Türk Cumhuriyetleri kavramı ve Milliyetçiler
SSCB’nin dağılmasında sonra ortaya çıkan Orta Asya devletlerinin hangi kavramla ifade edileceği konusu dünyayı oldukça meşgul etti. Kimine göre “Bağımsız Devletler Topluluğu”, kimilerine göre de “Orta Asya Cumhuriyetleri” terimleri uygun görüldü. Bunlar daha çok ekonomik ve diplomatik alanlarda tercih edilen tanımlamalardı. Buna ilaveten ve özellikle kültürel içerikli konularda tanımlanmaları gerektiğinde dünyanın üzerinde birleştiği kavram, “Turkic Republics” veya “Turkophone Republics” oldu.
Türk, Azeri, Özbek, Türkmen ya da Kırgız birbirleriyle hiç olmadığı kadar sık karşılaşmaya başladılar. Kısa bir alışma devresinden sonra tek bir dille anlaşmaları taraflar için olduğu kadar bu duruma tanık olan Batılı ülkeler için de çok daha fazla hayret uyandırıcıydı. Birbirlerinden kuş uçuşu binlerce kilometre uzaklıktaki, birbirleriyle daha önce hiç karşılaşmamış insanların tek bir dille anlaşmalarının şaşkınlık yaratması normaldi. Batılının bir de gözünün önüne haritayı getirdiğinde şaşkınlığının yerini endişenin alması da normaldi.
Doğal olarak çekim merkezi Türkiye idi. Dolayısıyla da oradan başlanması lazımdı. Dünyanın ekonomisine, sınırların çizilmesine karar verenler Türk milliyetçiliği kavramından işe başladılar. Gerçekte var olan siyasi milliyetçiliğe yapıştırdıkları, ırk ve etnisite esaslı olduğu saptırmasını hemen herkese kabul ettirdiler. Türklerin büyük bir bölümünün ise başkaları tarafından üzerlerine yapıştırılan bu baskıcı, asimileci, dışlayıcı milliyetçilikten haberleri yoktu. Onlar hâlâ kendisini Türk hissetmenin yeterli olduğuna, Türklüğün doğumla ya da genlerle değil, inançla kazanıldığına inanıyorlardı.
Milliyetçi olmanın Orta Doğu’daki insanları korkutup birbirlerine daha çok sarılmalarında kullanıldığı zamanlar da vardı. Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılması sırasında “küçük yağmacılar”, kendilerini Türk milliyetçiliğinden korumak için bağımsızlıktan başka çarelerinin kalmadığına inandılar, dünya da hiç zaman geçirmeden onlara hak verdi. Yüz yıl önce buraların sınırlarını çizenlerin ellerindeki en geçerli mazeret etnik milliyetçilikti. Türkler hâlâ İslam mı yoksa milliyet mi arayışındayken, “küçük yağmacılar” ile efendileri etnikliğin üzerinde dimdik ayakta duruyorlardı. İslam’ın birleştirici özelliği dağıtılarak yerine milliyetçilik konuldu.
Yabancı konsoloslukların kapılarında bekleşen o zamanki “küçük yağmacılardan” Kürtçüler kendilerine verilen Türk korkusuyla bağımsızlıklarının ne kadar önemli ve meşru bir hak olduğunun iddiasındaydılar. Oysa Anadolu’da, Trakya’da yaşayanlar kendileri aleyhinde büyütülen korkudan habersizdiler. Ülkesini insanını sevmeyi yeterli gören toprağından ayrıldığında onu ve insanını özleyen kimselerdi. Başkalaştırılan insanların gözünde, onların haklarını alan, onları yok etmeye çalışan kimseler olarak canlandırıldıklarından haberleri yoktu. Kendileri de devletin ihmal edilmiş vatandaşları oldukları halde Kürtlerin haklarını gasp eden, onları ikinci sınıfa iten Türk milliyetçileri olarak görüldüklerini bilmiyorlardı. Bir avuç seçkinin elindeki devletin Kürtü de Türkü de yok saydığından, ne Kürtün ne de Türkün haberi vardı. Onlar kendi küçük; ama alçakgönüllü dünyalarında kendilerinin dışında olan bitene aldırmadan yaşayıp gidiyorlardı. Kim ne şekilde yaftalarsa yaftalasın aldırmıyorlardı.
Yüz yıl önce İslam’ı alıp yerine etnik milliyetçiliği koyanlar bu kez de etnik milliyetçiliğin yerine İslam’ı koymayı uygun buldular. Hep olduğu gibi bir kez daha altını çizelim ki; Orta Doğu’da estirilen her rüzgâra göre yelkenlerini şişiren PKK, bugün de yeni bir değişimin zorlaması altında. Marksist Leninist bir işçi partisi olarak çıktığı yolda, Orta Doğu’dan kovulma telaşıyla Kürtçü bir halk hareketine geçiş yaptı. Batı’ya şirin görünmek için vatansız bir halkın etnik milliyetçiliğine soyundu! Batı’nın etnik milliyetçiliği kullanmaktan vazgeçip yerine ümmetçiliği koyduğu bugünlerde bakalım ne olmaya karar verecek göreceğiz…
İlk işaretler ümmetçiliğe geçişe hazır olduğu şeklinde. ÖCALAN’ın son görüşmesinde şeklen de olsa söylediği; “Arabın Aceme, Acemin Araba üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir” hadis-i şerifi bu anlamda düşünülebilir. Hemen ardından basında yer verilerek kendisine atfedilen; hazırlanacak anayasada milliyetçiliğin tanımının “İslam’daki milliyet yaklaşımının referans alınarak” yapılmasını istediği ve “anayasa bir hukuk metnidir. O nedenle etnik aidiyete referans yapılmamalı” sözleriyle ümmetçiliğe razı olduğu belirtiliyor.
Dün olduğu gibi bugün de Orta Doğu’nun yerli oyuncuları ellerine verilen senaryoyu derhal benimsemiş olarak görünüyorlar. Etnikliği üzerinden soymak üzere gerekli hazırlıklarını önceden yerine getirmiş durumdalar. Daha dün Zerdüşt’lükle itham edilenlerin Doğu’da Güneydoğu’da melleleri kapma yarışı, sivil itaatsizlik, sokaklarda Cuma namazları, Kürtçe Hutbe inadı artık daha somut bir fikre dönüştürülüyor. Dünyanın eksiksiz bir içtimayla burnunu soktuğu PKK bölücülüğünün Türk milliyetçiliğinin bir eseri olduğuna inandırılmak üzereyiz.
Tarih yine tekrar ediyor, Türk milliyetçileri ne olup ne olmadıklarını anlatma döngüsü içerisinde çırpınırken, Kürtler yaşadıkları hızla nerede durduklarını bile anlayamamışken etnik Kürtçüler yeni elbiselerinin son düzeltmelerini yapıyorlar. Korkumuz bir kez daha olaylarla sadece sürüklenen Türke de Kürte de dar gelecek küçülmüş bir Türkiye’yi görmektir.
İBRAHİM ÇEVİK / TÜRKSAM