Çevreci emperyalizmin açlıkla imtihanı: Kemalist Ekoloji
Emperyalizmin ve post-modernist !!
Sömürgeciliğin abartılmış cilalanmış çevreci yalanları ile sürdürülen “Ilımlı sürdürülebilir kalkınma” masalı;
1973 yılında Stockholm Konferansında gelişmemiş ülkeler için gündeme getirilen “Büyümenin sınırları” zerro growth (sıfır büyüme) Roma kulübü abartılı raporunun ılımlı bir versiyonudur.”Sürdürülebilir Kalkınma”; Birleşmiş milletlerin Brudland Ortak Geleceğimiz Raporunda tanımladığı üzere, Bugünün ihtiyaçlarını, gelecek kuşaklarında kendi ihtiyaçlarını karşılayabilme imkânından ödün vermeksizin karşılamak” şeklinde tanımlamaktadır. Bu tanımlama, gerek azgelişmiş gerekse de gelişmiş ülkeleri ayırım yapmaksızın içerdiğinden tanımlama eksik hatta küresel ölçekte yanlış bir yorumlama olduğu söylenebilir.
Konuya bu açıdan yaklaştığımızda; Sürdürülebilir gelişme/kalkınmanın yeniden formüle edilmesi gerekliği vardır. Buna göre yeni küresel uluslar arası slogan şu şekilde tanımlanabilirdi;
“Gelişmiş, sanayi devrimini tamamlamış ülkelerin bugünün ihtiyaçlarını 3. Dünya ülkelerinin de gelecekteki kendi ihtiyaçlarını karşılayabilme olanağından ödün vermeksizin karşılayabilmesi ve bu amaçla karşılıklı yöndeki dayanışabilirliği içermelidir”. Bu, aynı zamanda bir ulusal sürdürülebilirlik tanımlamasıdır da. Dayanışabilirlik ilkesi bu noktada öne çıkan bir kavramdır. Batılılar, doğululara olan bu dayanışma borcunu ödemelidirler.
Gelişmiş ülkelerde, varsıllıktan kaynaklı ekolojik kirlilik ve aşırı büyümenin sınırları konusu gündemde iken, gelişmekte olan ülkelerde de
Yoksulluktan kaynaklı kirlenme ve yoksulluğun /açlığın sınırları koşulları geçerlidir.
Kalkınmanın sürdürebilirliğinden Dayanışılabilir gelişme sürecine geçiş yapılması gerekmektedir.
Dünya nüfusu çoğalıyor…tarım alanları azalıyor gıda gereksinimi var diyerek GDO’ lu ürünleri ve hormonlu 3. Dünya ülkelerine dayatan Batı ülkeleri çevreciliği az gelişmiş ülkeleri sömürgecilikte bir sinsi ve şirin Truva atı aracı olarak kullanılıyor.Hatta Pentagon Bozkır ekolojisine sahip Orta Anadolu, “çöl” olacak, Güney Doğu Anadolu “deniz” olacak diye milletimizi iklim yalanları ile korkutmaktadır.
İşte “Çevre(bilim)cilik”!! gibi uyduruk bagajlarındaki söylencelerin, Ekoloji kuramı ile özdeşleştirme ve ikame etme yalanı da bu dönemde ortaya atılan bir kurmaca söylencenin bir marka ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu abartılan iklim yalanlarının panzehiri yine sürdürülebilir “KemalistEkoloji” dir. ”KemalistEkoloji”, bir bilinç ve zihin devrimi ve ulusal, ulusal olduğu kadar da evrensel yeni bir düşün paradigmasının adıdır.
Emperyalizmin ontolojik gerekçesi ve temel hipotezi: Geri kalmış bölgelerde yaşayan cahil yoksul ve tercihan açlık sınırında yaşayan kişilerin bilinçli ve programlı olarak, (sömürü eşik değerini aşmayacak,) belirli bir oranda tutulması temel kabulüne dayanır. Buna emperyalizmin açlıkla sürdürülebilirliği veya “Sürdürülebilir açlık” ilkesi denir.
Üç çeşit emperyalizm (tahakküm) vardır.
1.Ülkelerin ülkelere uyguladığı emperyalizm.
2.Ülkelerin kendi insanına ve coğrafi-ekolojik bölgelerine uyguladığı emperyalizm.
3.Toplumların, ekosistemlere ( doğaya ) karşı yaptığı tahakküm.
Başta; AB, NAFTA, FAO, BM (GEF fonu) ve Dünya Bankası eli ile sürdürülen,
Küreselci emperyalizmin kullandığı yöntem şudur;
(Ülkeden ülkeye sıralama değişiklik göstermektedir)
a) Açlık yaratmak. Aç insanların sayısı mutlaka belli bir yüzde ile olur. Bunlara günah çıkarıcı yollarla yardım edilir. Topraklarını satın alırlar. Sonra da üretim bile yapmaz. Boş tutarlar!( Bu kişilere yardım biçimi, yiyeceklerin pişirilerek verilmesidir.)
b) Yoksulluk yaratılır. Yoksul yaratırlar.. Bu yoksullara da sonradan sözde yardım yapılır.(Sadaka; “kendin pişir kendin ye” yöntemidir. Koli koli kolibasili yiyecekler elden teslim edilir. Pişirmek, yardımı alan yoksula aittir.)
c) Orta sınıf toplumu ise, iş güç ile meşgul ederek geçim sıkıntısı içinde bol bol yerli ve yabancı film seyrettirilerek beyinlerinin düşünme ve muhakeme gücü zayıflatılır. Narkozik bir karamsarlık hali oluşturulur. Yılda bir kere de açık havada pikniğe çıkarılır. Kendi tuttukları balığı kendileri yerler.
d) Üst sınıfın kafası çalışanları, pragmatik olanlarını da, kendi istedikleri doğrultusunda yerel çıkarlarını seslendirmek için ulusal kamuoyunda kullanırlar. İllüzyona dayalı bir söylemler demeti ile geniş halk yığınlarının kafası karıştırılır. (Yedikleri önünde yemedikleri arkasında tuzu kuru bir gruptur. Tüm şarap markalarını ezbere sayarlar.)
e) Bizim gibi okur-yazar Ulusal ekolojist, Kemalist tayfası da, zamanından önce erken aydınlanmış kişiler olarak, bunları yazar durur….Yazar durur.Necip halkımızda anlar da anlayamazlıktan gelir gibi bazı durumlar oluşur. Neo-Liberal enteller tarafından statükoculukla suçlanırız.(Ne bulursak onu yeriz. Ya da yedirtiriz.)
Kyoto iklim değişikliği sözleşmesi, CO emisyon borsasına yönelik serbest piyasa çevreciliği üzerine temellenmiştir. Abartılı ve yanlış hesaplar üzerine kuruludur. Çevreci bir Truva atıdır. Bu vesile ile gariban ülkelere eskimiş 2. el atık arıtma teknolojileri kakalanır. Buna paralele olarak da üretim teknolojilerinin de değişikliği olmaz. Bazı firmaların koşularına bağımlı hale getirilir. Bizdeki yarım akıllı çevrebilimcileri de bu durumu çevreci başarı olarak görürler ve bu sisteme Türkiye’yi geçirmek için bilerek ya da bilmeyerek katkı veririler.
İşlerine gelen yatırımlara ÇED işlerine gelemeyenleri ÇED sürecinden azad tutarlar. Ar-ge çalışmaları için ayrılan akçalı kaynaklar ise devede kulaktır.
Kyota iklim değişikliği sözleşmesi, CO emisyon borsasına yönelik serbest piyasa çevreciliği üzerine temellenmiştir. Abartılı ve yanlış hesaplar üzerine kuruludur. Çevreci bir Truva atıdır. Bu vesile ile gariban ülkelere eskimiş 2. el atık arıtma teknolojileri kakalanır. Buna paralele olarak da üretim teknolojilerinin de değişikliği olmaz. Bazı firmaların koşularına bağımlı hale getirilir. Bizdeki yarım akıllı çevrebilimcileri de bu durumu çevreci başarı olarak görürler ve bu sisteme Türkiye’yi geçirmek için bilerek ya da bilmeyerek katkı veririler.
Eski bir Greenpeace üyesi olan Bjon Lomborg, dünyadaki ne kadar veri varsa, alt alta koymuş ve ortaya iyimser bir tablo çıkartmış.
“Kuşkucu Çevreci’ diye bir kitap yazmış ve tam aksini, yani dünyanın iyiye gittiğini iddia ediyor.
Anne sütündeki DDT kalıntıları düşüşte…
Kurşun kirliliği azalma eğiliminde,
Su kirliliği de öyle.
Doğal afetlerden ölenlerin sayısında da azalma var.
En önemlisi dünya nüfusu.
Lomborg’a göre, nüfus artışı artık kontrol altında.
21. yüzyılın sonunda, dünya nüfusunun 11 ila 12 milyar arasında istikrarlı bir çizgiye oturacağını tahmin ediyor istatistikçimiz.
Bir de bu milyarları doyurmak için ‘GDO’ lara yani genetik değişime uğramış ürünlere ihtiyaç duyulmayacağını söylüyor.
Kyoto ile ilgili iddiasını şöyle savunuyor:
‘Kyoto Protokolünü uygulamak yılda 150 milyar dolara mal olacak. Belki de daha fazla paraya. UNICEF’in hesabına göre yılda 70 ila 80 milyar dolar Üçüncü Dünya vatandaşlarının eğitim, sağlık, suya erişme gibi sorunlarını halledecek. Bunlar halledildikten sonra zaten sorun kalmaz…’
Somali’ye yapılan 84 milyon yardım günah çıkartmak amacıyla Somali’ye aktarılırken, Fransa Libya’nın işgali için 160 milyon avrosunu silaha yatırıyor. Fildişi sahilleri başta olmak üzere birçok Afrika ülkesini bombalayan Fransa’nın Afrika’daki açlık sorununa ilişkin “hassas” tutumunun samimiyetini sorgulamak kaçınılmaz hale geliyor.
Somali’de 500 000 den fazla çocuk ölüm sınırındayken,
Brad Pitt’in eşinin Somalili 2 çocuğu evlat edinmesi bile bazen durumu kurtarmaya yetmiyor…”Hollywood” bile keza öyle.
Lomborg’un bu kitabı ile en son olarak, paniğe kapılan İngiltere asilzade majesteleri geleneksel pozitivist! Bilim akademisi engisizyon! alt kurulunca aforoz edildiği ve insan içine çıkacak yüz bırakılmadığını! ve çevrecilerin hedefi haline getirildiğini biliyorum. Adamcağızın şimdilerde ne yaptığı ve akıbeti hakkında bilgilerimiz sınırlı.
Lomborg’un kitabına kısmen katılıyorum. Abartılı ekolojik korku senaryolarına dayalı karamsar söylemlerin toplumları bu gerçekle yüzleştireceği muhakkak. Ancak Ekolojist yaklaşımlar ile “Ekolojik iktisat” (NEO-klasik iktisattan farklı) ve Eko-teknolojilerden yararlanarak gelecek yüzyılda, gezegenimizdeki olası ekolojik yıkımların ve can kayıplarının önüne geçmek ve doğayla uyum içinde yaşayabilme bilincine erişebilmekse eğer amaç her an mümkün ve iyi bir fırsat sunuyor. Ve belki de İnsanoğlunun ekolojiyle imtihanının bir habercisi sanki…
Çözüm: (Öneri bir model)
· “Toplumsal Ekoloji hareketinin enönemli isimlerinden Murray Bookchin’e göre, insanın insana tahakküm etmesi anlayışı, doğayı tahakküm altına alma anlayışından önce oluşmuş ve kabile hiyerarşileri, erkek-egemen avcı ve savaşçı toplulukları gibi yapılarla pekişmiştir. Bu tahakküm biçimleri zamanla doğaya da yansıtılmış ve sonuçta bugün karşımızda duran manzarayla, tükenmek üzere olan bir doğa, yırtılmış bir ozon tabakası ve gitgide yayılan sınai ve nükleer atıklarla baş başa kalınmıştır.
Bookchin, insanlık tarihinde egemen olan her siyasal yapının özgürlükçü bir alternatifinin bulunduğunu savunmaktadır: Bugünün toplumunun da alternatifi vardır. Katılımcı bir siyaset, yerinden yönetim, yaşanabilir küçük topluluklar oluşturulması, doğaya zarar vermeyecek hatta doğal bozuklukları onarabilecek teknolojiler kullanılması, insan ve doğa arasında uyumlu bir denge ve alışverişin kurulması gibi yaklaşımlar sayesinde, dünya, bugünkü gidişatının varacağı kaçınılmaz “kıyametten” kurtulabilir. Tarih boyunca nice acılara yol açan tahakküm ortadan kaldırılabilir.” Der.
Dolayısıyla “tahakkümün” azaltılmasına yönelik anti-emperyalist bir yaklaşım hem “Toplumsal Ekoloji” kuramının hem de, Kemalist ideoloji kuramının özünü oluşturan ortak ontolojik kabullerdir.
Her kuramın bir toplumsal ideoloji ile ilişkisinin kurulması gereğine birde Kemalizm ile Ekolojizm arasındaki epistemolojik, ontolojik ve felsefi yakın ilişki de eklenince, kitabın ismi belirginleşmiş oldu.
“Kemalizm”’i bir ideoloji olarak görmeyen ve de anti- Kemalist bir entel zümrenin; Atatürk, ekolojist miydi?.. “yahu..! şimdi de ağaçları, böcekleri de Kemalist olan mı? Olmayan mı diye ayıracağız”” dediklerini duyar gibiyim. Bu türden düzeysiz ve yüzeysel görüşe sahip olan, bilgiden azade “çevreci” ulemaya ve de fikirden muaf ( Kemalist olmayan) “sözde Atatürkçülere” şunu hatırlatmak isterim;
Neo-liberal çevrecilik, Eko-sosyalizm, Yeşiller, Toplumsal ekoloji,Demokratik ekoloji gibi kavramlar nasıl oluyorsa , KemalistEkoloji de olur.
Orijinal Kemalist kuramına(1919-1938) ve ideolojisine hayran olan bir yazar olarak; 6 oka bütünüyle sahip çıkan ve okların ucunun gösterdiği hedefinin de demokrasi olduğunu kavrayan bir Kemalist olarak; Kemalist ilkelere bir ok ilave edilmesi gerekse, onun da ( 7. Ok olarak ) ekoloji(zm) oku olacağı noktasına ulaştım.
Atatürk ekolojist miydi? Diyenlere;
Marks’ın döneminde ekolojik sorunlar var mıydı? Yada Neo-liberallerle, adam simith ne zaman da beri çevreciydi de haberimiz yoktu? Eko-faşistlere de, Hitlerin hayvan sevgisi nereden kaynaklıdır? Der…tebessüm eder geçerim.Ekoloji konusuna tüm evrensel ideolojilerin el atması ve kuramlarını revize etmeleri gerektiğini düşünen birisiyim.Bu konuda sosyalistler başı çekiyor.Kemalistler de onlardan niye geri kalsın.?
Ülkeler ulusal ekoloji ve doğal kaynaklar stratejilerini belirlemelidirler. Bunun içine sosyal politikalar, su politikaları, tarım ve gıda politikaları girer.
Temel amaç; “yerel üret, yerel tüket”, “ulusal üret fazlasını küresel sat” olmalıdır.
Şekeri, fındığı, mısırı, çayı çikita muzunu dışarıdan satın alan bir Türkiye, Avrupa’yı kendine manav seçmişse bu durum Türkiye’de bu ürünlerin ekilemediğinden kaynaklıdır. Yoksa tarım topraklarının kaybından ve azlığından değildir. Dış arz-talebe göre şekillenmesindendir. ÜLKE TOPRAKLARI BOŞ TUTULMAKTA VE EKİLİP BİÇİLMEMEKTEDİR. Ekosistem kaynaklarını verimli ve etkin kullanamayan bir ülke yarı yarıya müstemleke memleketi haline geliyor demektir.
Dolayısıyla,gelişmiş ülkelerde tarımın payı da azalır..gelişmek için tarım toplumundan çıkılması gerekir gibi söylemler de gerçeği yansıtmaktan uzaktır.
Sanayi toplumu, tarım toplumu ve bilgi toplumu arasında geçişler yaşayan ve bu süreçleri hızlandırılmış ve geç kalmış bir şekilde tamamlama aşamasında olan bir toplumun yaşadığı paradoksların hepsinin teker teker veya toplamını yaşamak zorunda kalıyoruz.
Topraklarımız, ekolojik tarım için uygundur. Ekolojik tarım geliştirilmelidir. İç Pazarda ve dış pazarda rekabet edecek bir duruma ulaştırılmalıdır. Bunun için devlet sübvansiyonu sağlanmalıdır.
A.B-(D) ve diğer bölgesel birliklerle yapılacak her türlü ticari ve ekonomik yatırım temaslarında, tam üye olmak yerine özel hükümler gereği ulusal ekoloji ve doğal kaynaklar iktisadı hedeflerine uyumlaşmalı ve esnek politikalar benimsenmelidir.
Birlik hükümlerine teslim olunmamalı ve angeje olunmamalıdır. Aksi takdirde Türkiye’ de seferberlik zamanı için depolanan şekeri bizleri iç piyasada sattırmak zorunda bırakabilirler. Bu durum necip basınımızın gözünden kaçar ama biz Kemalistlerin daha halen daha hafızalarındadır.
Aklımızı başımıza alır Kemalizm’in ve Ekolojizmin özü itibariyle “anti emperyalist” bir ideoloji olduğunu, açlık ve yoksullukla mücadelede var olan ekolojik kaynaklarımızın etkin ve taşıma kapasitesini aşmayacak şekilde kaynak kullanımını iyi yönetebilirsek
Yani “KemalistEkoloji” kuramını geliştirir, bu paradigmanın özellikle pratiğini ortaya koyabilirsek ulusal hedeflerimize varabiliriz.
Emperyalizmi açlıkla imtihan eder ve kendi topraklarında yetiştirmek zorunda kalacakları GDO’ lu ürünlerini kendilerine yedirebilir isek; Batının nüfus artış sorunu da çözülmüş! olur ve anti emperyalist bilinçli ve ekolojist bilincine varmış bir çağa hazır fikri özgür demokratik ve evrenle barışık bireyler yaratılmış olur.
Bizleri yoksulluk ve açlıkla imtihan eden sömürgeciliğin çevre(bilim)cilik!! hali ve salt vahşi kalkınmanın sözde sürdürülebilirliğine dayalı sürdürülemez politikaları ULUSAL EKOLOJİ duruşumuzla kesintiye uğratabiliriz.
Kaç dişi kaldığı bilinmeyen batıyı bizim gibi ülkelere yaptıkları gibi kalbinden, midesinden vurmaya gerek bile kalmadan, geçmişte olduğu gibi, aşil topuğuna nişan almamız bile zaten gerisini kendiliğinden getirecektir. Post-modern sömürgecilik ve bunun “çevre(bilim)cilik” hali kılıfında; “ sıcakkanlı emperyalizm” den vazgeçilerek, kan emici yarasa ısırığı gibi narkozik acısız ya da haşlanan kurbağa misali ılık ılık ve derinden bir “ılımlılaştırma” politikalarına hız kazandırılmıştır.
Günümüzde emperyalizmin temel hedefi, su kaynakların konsorsiyomik yönetimi ve alternatif enerji sektöründe de özellikle maden alanlarını ve işletimlerinin mülkiyet haklarının ellerine geçirilmesi üzerine yoğunlaşmaktadır.
Kemalizm ideolojisi ve Ekoloji kuramı yeniden doğmuyor..adeta yaşadığını haykırmakta.Herhangi bir sorunu ; o sorunu ortaya çıkaran teknik ve düşünme yöntemi çözmek gibi bir geleneksel hatayı yeni bir düşünme (bilinç) paradigması ile ortadan kaldırılabiliriz.
Gelecekte, sırasıyla Modernist dönem, Post-Modernist dönemden sonra yaklaşan yeniçağın adı Ekolojizm ve yükselen Kemalizm olduğunu da hatırda tutmamızın bizlere ileride hatırı sayılır yararları olacağından hatırlatmayı, hatırı kalmaması açısından kendime görev adlederim.
Her nerede, nasıl ve kimler tarafından ve de hangi vatan ekosisteminde yaşatılıyorsan…
Tahir ÇALGÜNER
Kemalist-EKOLOJİST
FBKG