Atatürk’ün Gizlenen Vasiyeti’ni Neo-Osmanlıcılığa alet etmeye çalışanlar!
Önümüzde ki en büyük sorunlardan biri bu !
Atatürk’ün vasiyeti sadece islam alemini ilgilendirmiyor !
Fakat 1964 sürecinde vasiyetin yabancı devlet görevlileri tarafından içeriği öğrenildiğinden bu yana Atatürk’ün 2023 hayaline karşı oluşturulan neo-osmanlıcılık hayallerine bir süredir Ata’nın gizlenen vasiyeti alet edilmeye uğraşılıyor !
Vasiyette yer alan TÜRK CAMİASI VE BALKAN MİLLETLERİ içinde bulunan konular ise hiç tartışılmıyor!
Çünkü Batı’nın gelecekteki hedefi İslam dünyası ve tüm olay buna göre kurgulanmaya çalışılıyor ! Yaşanan bilgisizlik ortamında Vasiyetin içeriği halifecilik anlayışına doğru kaydırılıyor !
Ata’nın Vasiyetini NEO-OSMANLICILIĞA ALET EDENLERİN FOYASI yazmakta olduğumuz kitapta bir bir düşecek Mustafa Kemal’in gizlenen vasiyeti ile alakalı tüm gerçekler birbir ortaya çıkacaktır !
Evet, Atatürk’ün gizlenen vasiyetinde halifelik değil fakat, islam devletlerin birlik oluşturması gerektiği ve isterlerse hilafet kurumunu ortaklaşa bir kurum olarak tekrar canladırabilecekleri yazılıdır!
Fakat halifelik kesinlikle vasiyette bulunmamaktadır ki Atatürk’ün halifelik ile ilgili görüşleri nutukta açıkca belirtilmiştir!
Vasiyetin ana konusu ise hilafet değil 2023 Türkiye’sine ait önemli belge ve bilgilerin gelecek için tasarlanmış olduğudur ve YURTTA SULH CİHANDA SULH ifadelerinde saklıdır!
ATATÜRK’ÜN HİÇ BİR ÖZELLİĞİNİ KABUL ETMEYİP VASİYET KONUSU GÜNDEME GELDİĞİNDE ATATÜRKÇÜ KESİLENLERİN BİLGİ SAPTIRMACALARI BAHSETTİĞİMİZ KİTAPTA İLK KEZ AÇIKLANACAK BELGELER İLE KANITLANACAKTIR!
İşte o provakasyonlardan biri olan yeni bir yazı daha :
CELAL TAHİR / Yazar
2000 yılında Kenan Evren hakkında dava açılması için Adalet Bakanlığı’na suç duyurusunda bulunan, iddianame hazırlayan ve görevden alınan eski savcı Sacit Kayasu, Evren’in Atatürk’ün millete yaptığı vasiyeti açıklaması gerektiğini söyledi. “Bu vasiyeti Evren sakladı, yok etti. Ölümünden 50 sene sonra açıklanacak olan vasiyet, Ankara 3. Sulh Hukuk Mahkemesi’nde saklanıyordu. Evren önce böyle bir şey yok dedi. Sonra fasa fiso dedi. Daha sonra da açıklanırsa çok tehlikelidir dedi. 24 yıl geçti üzerinden hâlâ açıklanmadı. Atatürk’e hiç mi değer vermiyorsunuz” diyerek talepte bulundu.
Bu Aytunç Altındal’ın öteden beri üzerinde durduğu bir meseledir. Ona göre, Atatürk’ün notlarında Hilafet’le ilgili görüşleri yeralıyordu. Atatürk hilafetin kişi bazında değil, bütün İslam ülkeleri arasında rotasyonla değişecek bir kurum olarak canlandırılabileceğini söylüyordu. Altındal’a göre, bu vasiyeti 1958’de öğrenen Adnan Menderes, sonunu hazırlayan o cümleyi; “Siz isterseniz hilafeti bile geri getirebilirsiniz”i bu nedenle söylemişti. 57-60 arasındaki hilafet meselesi, gerçekten Menderes’in hem Avrupa tarafından hem de Amerika tarafından ve tabi ki İsrail tarafından dışlanmasına sebebiyet veren olaylardan biridir. Bununla birlikte bir de SSCB ile gelişen ilişkiler eklenince, işler değişmiş, 27 Mayıs’a doğru yol alınmaya başlanmıştır. Menderes’in İslam âlemi ile ilişkileri geliştirme, belki de hilafeti canlandırma düşüncesi olduğunun karineleri bir Bağdat gezisi hatıratında mevcuttur. DP Sanayi Bakanı Sebati Ataman’dan dinleyelim:
Hilafeti canlandırma ve Menderes
“Bağdat Paktı’nın bir toplantısı için, Bağdat’a gitmiştik. Bazı ziyaretler arasında ‘İmam-ı Âzam’ın kabrini ziyaret’ de vardı. Kabrin başında toplandık, duamızı yapıyoruz. Herkes Fatiha’sını okuyup ellerini yüzüne sürdü; yalnız Adnan Menderes avuçları açık, dalgın duruyor. Tesadüfen ben de yanıbaşındayım. Bir süre bekledim. Fakat herkes Fatiha’sını bitirdiği ve gitmeye hazırlandığı halde, Başbakanımızı beklediklerini fark edince, hafifçe eteğinden çektim. Toparlandı, elini yüzüne götürdü ve yola koyulduk. Yine yanyana idik. Kendisine Fatiha’nın neden o kadar uzun sürdüğünü sormak istiyordum ama beklemeyi daha uygun buldum. Nitekim bir süre sonra o konuştu:
-Belki Fatiha’nın neden o kadar uzadığını sen de merak etmişsindir. Aklıma ilginç bir konu takıldı; Ebu Hanife Hazretleri, öleli bin yıl olmuş. Burada biz çeşitli ülkelerden gelmiş bir siyasi kadro kabri başına varıp Fatiha’mızı okuyor, ta’zimizi yapıyoruz. Ne yapmış bu zât?.. İslâm Dini üzerinde düşünmüş ve yorumlar getirmiş! Sen, bin sene hanedan değiştirmeden yaşayan bir devlet gösterebilir misin?.. Bin sene yaptıkları unutulmayan, her gidenin kabrini ziyaret ettiği bir fikir adamı, bir devlet adamı gösterebilir misin?… Demek dünyada en kavi konu Din!… Ölümsüzlük, yalnız Din’den geçiyor! Biz buraya niye geldik?… Amerika ve İngiltere’nin de arkaladığı bir bölge yapısının müzakeresinde bulunmaya! Ülkeler olarak ortak çıkarlarımız olduğu halde anlaşamadığımız pek çok madde var; fakat Ebu Hanife’nin kabrini ziyarette anlaşma halindeyiz. Senden rica ederim, bu konu üzerinde düşün! İslâm zemini üzerinde bir anlaşma yapmak ve bütün Ortadoğu Müslümanları’nı bir araya getirmek niçin mümkün olmasın?.. Türkiye buna öncülük yapabilir mi? Konuyu, Ankara’ya dönüşte yeniden ele alalım. Hatırlat bana.” (İ. Bozdağ, Menderes… Menderes, s.110-114 )
Meselenin diğer yönü, Aydınlanma zihniyetini benimsemiş Türkiye’nin istikametini Batı’ya çevirmiş olmakla birlikte Atatürk’ün konu ile ilgisidir. Aşağıdaki konuşması Atatürk milli mücadele sürecinde olduğu gibi, sonrasında da, İslam âlemi ile ilgisinin devam ettiğini gösterir niteliktedir. “Zamanın Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği’ne Hindistan’da münteşir Bombay Chrotıicle gazetesinin 27.7.1937 tarihli nüshasında çıkan bir yazıyı, Türkçe tercümesiyle takdim eder. ‘Filistin’e el sürülemez: Kemal Paşa Avrupa’ya ihtar ediyor: Türkler Mukaddes Topraklarda Yabancı Hâkimiyetine Tahammül Etmeyeceklerdir’ başlığını taşıyan yazıda, Hâkimiyet- i Milliye’den iktibasla M. Kemal Paşa’nın BMM’nde aşağıda aynen verdiğimiz nutku irad ettiği ileri sürülmektedir. ‘Araplar’ın arasında mevcud olan karışıklığı ve hoşnutsuzluğu kimse bizim kadar bilemez. Biz, vakıa bir kaç sene Araplardan uzak kaldık. Fakat, şimdi kendimize kâfi derecede güvenip ve kudretimizi bildiğimiz için İslamiyetin mukaddes yerlerinin, Museviler’in ve Hıristiyanların nüfuzunun altına girmesine mani olacağız. Binaenaleyh şunu söylemek istiyoruz ki, buraların Avrupa emperyalizminin oyun sahası olmasına müsaade etmeyeceğiz. Biz şimdiye kadar dinsiz ve İslamiyete lâkayt olmakla itham edildik. Fakat bu ithamlara rağmen peygamberin son arzusunun yani, mukaddes toprakların daima İslâm hâkimiyetinde kalmasını temin için hemen bugün kanımızı dökmeye hazırız. Cedlerimizin, Selahaddin’in idaresi altında, uğrunda Hıristiyanlarca mücadele ettikleri topraklarda yabancı hâkimiyet ve nüfuzunun bulunmasına müsaade etmeyeceğimizi beyan edecek kadar bugün, Allah’ın inayeti ile kuvvetliyiz. Avrupa bu mukaddes yerlere temellük etmek için yapacağı ilk adımda bütün İslâm âleminin ayaklanıp icraata geçeceğine şüphemiz yoktur.’” (Mim Kemal Öke, Siyonizm’den Uygarlıklar Çatışmasına Filistin Sorunu, s. 376’dan)
Nutuk’ta ise hilafet meselesini Gazi Mustafa Kemal şu şekilde ele alır. “Efendiler, halka sordum; bir İslâm devleti olan İran veya Afganistan, Halifenin herhangi bir yetkisini tanır mı? tanıyabilir mi? Haklı olarak tanıyamaz. Çünkü devletinin bağımsızlığını, milletinin egemenliğini ihlal eder.” Dedikten bir-iki paragraf sonra hilafetin nasıl mümkün olabileceğine dair, görüşlerini anlatır. Ama öncesinde, “Efendiler, İngiliz tarihçilerinden Wells, iki sene önce yayımlanan bir tarih kitabı yazdı. Eserinin son sayfaları, ‘dünya tarihinin gelecek safhası’ başlığı altında bazı düşünceleri içermektedir. Bu düşüncelerde lortaya konulan mesele, ‘Birleşik bir dünya devleti’ [Un gouvemement federal mondial]dir. Wells bu bölümde, birleşik bir dünya devletinin nasıl kurulabileceğini ve böyle bir devletin bazı temel ayırıcı nitelikleri hakkındaki düşüncelerini belirtiyor ve adaletin ve tek bir kanunun egemenliği altında, dünyamızın nasıl bir durum alacağını hayal ediyor” sözleriyle Wells’in Sinarşik düşünceyi andıran görüşlerine atıfta bulunur. Gazi Mustafa Kemal bu düşünceleri hayal de olsa güzel bulmaktadır. “Efendiler, bütün insanlığın tecrübe, bilgi ve zihniyette yükselip ilerlemesi, Hıristiyanlığı, Müslümanlığı, Budizmi bir yana bırakarak, basitleştirilmiş ve herkes için anlaşılacak hale konulmuş saf ye lekesiz evrensel bir dinin yerleştirilmesi ve insanların şimdiye kadar kavgalar, pislikler, vahşi istek ve iştihalar arasında, bir sefalet yuvasında yaşadıklarını kabul ederek, bütün vücutları ve zekâları zehirleyen pislik tohumları yok etmeye karar vermesi gibi şartların yaratılmasını gerektiren bir «birleşik dünya devleti» hayalinin tatlı olduğunu inkâr edecek değiliz.” Atatürk’ün hilafete dair fikirleri bundan sonradır. “İnsanlığın dayanışması hakkındaki büyük hülyanın nihayet fiile çıkması için ne yapmak ve neyin önüne geçmek gerekeceği doğru olarak bilinmediği ve saldırgan bir dış politika geleneğine sahip olan – devletlerin, dünya birleşik devleti tarafından güçlükle temsil olunabileceği de ileri sürülüyor. Wells’in ‘Avrupa ve Asya’nın felaketleri ve ortak ihtiyaçları, belki dünyanın bu iki bölgesindeki milletlerin bir dereceye kadar birleşmesine yarayacaktır’, ‘olabilir ki, dünya ölçüsünde bir birleşmeye gidilmeden önce, belki bazı bölgesel birleşmeler yapılır’ şeklindeki düşüncelerini de belirtmeliyim.”
Gazi’nin vasiyeti artık açıklanmalı
Ve Atatürk sonrasında, Hilafetin, mümkün olabileceği zaman ve zemine dair düşüncelerini ifade etmektedir. “Bir dereceye kadar bu tasavvur ve hayallere benzeyen bir ütopya, hilafetçileri ve Pan-İslamizm taraftarlarını -Türkiye’yi rahat bırakmaları şartıyla- memnun etmek için bizde de ortaya atılmıştı. Ortaya atılan nazariye şuydu: Avrupa’da, Asya’da, Afrika’da ve diğer kıtalarda yaşayan İslâm toplulukları, gelecekte herhangi bir gün, irade ve arzularını kullanıp uygulamak için güç ve serbestlik kazanırlarsa, o zaman gerekli ve yararlı görürlerse, asrın şartlarına uygun bir şekilde uzlaşma ve birleşme noktaları bulabilirler. Şüphesiz her devletin, her toplumun birbirinden alacağı ve sağlayacağı ihtiyaçları vardır. Karşılıklı menfaatleri mevcuttur. Tasavvur edilen bu bağımsız İslâm devletlerinin yetkili temsilcileri bir araya gelip bir kongre yaparlar ve ‘filân ve filân ve filân İslam devletleri arasında şu veya bu ilişkiler kurulmuştur. Bu ortak ilişkileri korumak ve bu ilişkinin gerektirdiği şartlar dâhilinde, birlikte hareketi sağlamak için bütün İslam devletlerinin delegelerinden oluşan’ bir Meclis kurulacaktır. Birleşen İslam devletleri bu meclisin reisi tarafından temsil olunacaktı, derlerse o ‘Birleşik İslâm Devleti’ne Hilafet ve ortak meclisin başkanlık makâmına seçilecek kimseye, de Halife unvanı verirler. Yoksa herhangi bir İslâm devletinin, bir kimseye, bütün İslâm dünyasının işlerini yönetme ve yürütme yetkisi vermesi akıl ve mantığın hiçbir zaman kabul edemiyeceği bir durumdur.”
Mustafa Kemal Atatürk’ün vasiyetinde, hilafetin ihyasına dair fikirleri belki vardır belki yoktur. Ve fakat darbelerin her yönüyle tartışıldığı bu günlerde Kayasu’nun da dediği gibi, Atatürk’ün vasiyeti açıklanmalıdır…
BARAN AYDIN
FBKG
NOT** Vasiyetname açıklansa ne olacak diyenlere kısa bir hatırlatma :
Ülkeyi kurtarmaktan kasıt topla tüfekle kurtarmaksa, evet vasiyet açıklansada hiçbirşey değişmez !
Fakat bilgi çağında olduğumuzu unutmayalım …
Herhangi bir bilgi yayınlanması ki vatikan bunun en güzel örneğidir ! Dünya siyasilerine inanılmaz bir baskı uygulamaktadır!
Vatikana bugün dokunulamamasının bir nedeni de arşivlerinde baskı unsuru olarak milyonlarca belge ve bilgi bulundurmasıdır!
Bizim devlet kurucumuzun ülkemiz için zamanı geldiğinde açıklanması için bıraktığı belge ve bilgilerin saklanması , bu bilgi ve belgelerin devletimizin milli odaklarınca barış için ”tehdit” unsuru olarak kullanılmasını engellemektedir!
Devrimleri gerçekleştiren ”bilgi” dir. Vatanın kurtarılması top ve tüfek ise bunun en son adımıdır!
FBKG YÖNETİMİ