ADD Genel Başkanı ve Gençliğine ilişkin konuşmadaki sığlık
Geçtiğimiz hafta sonu Atatürkçü Düşünce Derneği Gençlik kollarınca gerçekleştirilen “Gençlik ve Gelecek” konulu sempozyumda yaptığı açılış konuşması, ADD Genel Başkanı Tansel Çölaşan’ın Atatürkçü Düşünce’den ne anladığını ortaya koyması bakımından önem taşımaktadır.
Tansel Çölaşan’a göre;
“Atatürk devrim modeli (Kemalizm) bir sentezdir. Osmanlı’nın son yüzyılda yaşanan toplumsal- ekonomik- siyasi olaylardan alınan DERS Cumhuriyet modelini oluşturmuştur.” değerlendirmesindeki sığlık, kendi sığlığında kalsa üzerinde durmaya gerek görülmeyebilir. Ancak Fransız devriminden oldukça etkilenmiş ve Sovyet devrimiyle de kafasındaki Cumhuriyet fikrini pekiştirmiş Mustafa Kemal Atatürk’ün, sentezini altı ok ta yer aldığı şeklinin dışında Osmanlının son yüz yılında alınan DERS’e bağlamak, Mustafa Kemal Atatürk’ün akılcılığını, ileri görüşlülüğünü sığlaştırmak anlamına gelmez mi?
Osmanlının son dönem içinde bulunduğu durumun yüzeysel değerlendirmesinin ardından “ülke emperyalist Batı tarafından işgal edilerek parçalanmıştır.” tespitinde bulunuyor. Oysa “Parçalanmıştır.” sonuç ve durum tespiti gerçek değildir. Parçalanmalar sonunda geride kalan topraklar işgal edilmiş ancak parçalamayı başaramamışlardır. Çünkü verilen ulusal kurtuluş savaşıyla parçalama istekleri ters yüz edilmiştir.
Atatürk Devrim ve ilkeleri konusunda da sayın Tansel Çölaşan’ın aynı sığlıkta olduğu konuşma metninden anlaşılmaktadır. Parça parça ve konudan konuya girilerek yapılan “ilkeler açıklaması” konuşmanın metne de yansıyan dağınıklılığı içinde anlam kargaşasından başka bir şeye hizmet etmiyor. Devrimcilik ilkesinin açıklanmasıyla başlayıp, diğerlerinin atlandığı ilkeler konusu ve ardından uygulamaların ilkeler diye sunulmasında olduğu gibi; “Atatürk devrim modeli (Kemalizm) bir sentezdir” diyen anlayışın sonuçta geldiği/geleceği nokta, “Dünyaya örnek Türk Devrimini” “devrim dediğimiz uygulamalar” düzeyine indirgeyerek basitleştirilmesi ADD Genel Başkanının işi olamaz.
Atatürk ise, T.Çölaşan ın “devrim dediğimiz uygulamalar” diyerek hafife aldığı Türk devrimini şöyle tanımlıyor. Devrim i “Uçurum kenarında yıkık bir ülke… Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar… Yıllarca süren savaş.. Ondan sonra, içerde ve dışarıda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni toplum, yeni devlet ve bunları başarmak için arasız, devrimler.. İşte Türk Genel Devrimi’nin bir kısa ifadesi…”1935 (Atatürk’ün S.D.l, s. 365)
ADD Genel Başkanının bilmediği bilip de yeterince ayırtına varamadığı devrimler, yani Mustafa Kemal’in eseri Prof. Dr. Maurice Duverger’in değerlendirmesiyle “Mustafa Kemal’in eseri İkinci Dünya Savaşı’na kadar Türkiye çapında değerlendirildi. Eski bir ülkenin modern bir ulusa dönüştürülebilmesini tüm dünya takdirle karşılamıştı. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise Kemalizm uluslararası bir boyut kazanmış ve Moskova ile Pekin’in güdümüne girmeyen üçüncü dünya uluslarına örneklik yapmaya başlamıştır…”
“çağdaşlaşmak, için Türkiye Cumhuriyetinin temel nitelikleri olarak 1937’de tamamı Anayasa’ya giren ve 6 ok” cümlesinin neresinden tutulmalı. Aşama aşama anayasaya giren ve 1937 yılındaki devletçilik ilkesinin yer almasıyla tamamlanan süreci, “1937’de tamamı Anayasaya giren” şeklinde, hepsi 1937 de girmiş gibi ifade etmek yazım hatası olarak değerlendirilebileceği gibi genel başkanın konudan uzaklığının da işareti olarak değerlendirilebilir.
“Yinede 1961 özgürlükçü Anayasası ile Dinamik bir gençlik yetişti. Sosyal patlama yaşandı. Ama Topluma fazla görülen bu Anayasa 1971 ve 1982 Anayasaları ile tırpalandı…” derken, hukukçu kimliği ile anayasaların anayasalar tarafından tırpanlanmadığını bilmesi gerekmez mi? 1961 anayasasının 1971 ve 1980 darbelerinin ardından, emperyalizmin Türkiye’ye dayattığı gerici sosyal, siyasal ve ekonomik politikaların işbirlikçileri eliyle uygulanması sonucunda tırpanlandığını ifade etmek, Tansel Çölaşan’a zor geliyor olsa gerek.
Oysa Mustafa Kemal Atatürk “En büyük düşman, düşmanların düşmanı, ne falan ne de filan Miletler; bilakis bu, adeta her tarafı kaplamış ve saltanat halinde bütün dünyaya hakim olan ‘kapitalizm’ afeti ve onun çocuğu olan emperyalizmdir” diyen ve ardından mücadele için izlenecek yola ilişkin “Biz, hakkımızı savunmak ve bağımsızlığımızı güvencede bulundurabilmek için, bizi yok etmek isteyen emperyalizme ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı bütün ulus olarak savaşmayı yerinde gören bir öğretiyi izleyen insanlarız” diyerek ADD Genel Başkanının ağzına almayı uygun görmediği emperyalizme karşı mücadeleyi doğrudan göstermiştir.
“Değil Cumhuriyeti, cumhuriyetin niteliklerini, yakın tarihini dahi bilmeyen, okumayan, sorgulamayan A-politik “ Dünya Vatandaşları” yaratıldı.” demektedir sayın Genel Başkan. Dünya vatandaşı olmanın, Cumhuriyetin niteliklerini bilmenin ve sorgulamanın karşıtıymış gibi bakabilen bir genel başkan. Oysa genel başkanlığını yaptığı derneğin adını veren Atatürk, Çanakkale şehitleri için tam da dünyayı kucaklayan “Uzak diyarlardan evlatlarını bu savaşa gönderen analar, goz yaslarınızıdindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır… Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar bu topraklarda canlarını verdikten sonra, artık bizim çocuklarımız olmuşlardır..” diyen, diyebilen bir liderdir. Yine Mustafa Kemal “İnsan, mensup olduğu milletin varlığını ve mutluluğunu düşündüğü kadar, bütün dünya milletlerinin huzur ve refahını düşünmeli ve kendi milletinin mutluluğuna ne kadar kıymet veriyorsa, bütün dünya milletlerinin mutluluğuna hizmet etmeye elinden geldiği kadar çalışmalıdır. Bütün akıllı adamlar takdir ederler ki bu yolda çalışmakla hiçbir şey kaybedilmez. Çünkü dünya milletlerinin mutluluğuna çalışmak, diğer bir yoldan kendi huzur ve mutluluğunu temine çalışmak demektir”diyor. Cumhuriyet değerlerinin ve ulusal bilincin farkında olunarak ve savunarak dünya vatandaşı olunabileceğini bilmeyen yöneticiler ulusal savunmaya da dünya barışına da katkı koyabilirler mi? Gençlerin bu doğrultuda yetişmelerine olanak yaratabilirler mı?
Gençlerin gelecekten beklentilerini “Paralı vakıf üniversiteleri ve ekonomik yıkım” bitirdi demektedir. Paralı üniversitelerin bu yıkım sürecindeki rolleri yadsınamaz ama, yıkım sürecinin 1949 yılında yapılan folybrayt anlaşmasıyla eğitimin ABDli uzmanlara bırakılmasıyla başladığını, ikili anlaşmalarla ekonominin üretmekten ve istihdam yaratmaktan çok tüketime yönelik düzenlenmesinin, giderek artan ekonomik bağımlılığın, ulusal bağımsızlığı da yok etmesiyle, sadece gençlerimizin değil yaşamın her alanının emperyalist politikalara uygun düzenlendiği gerçeğini karatıyor bu açıklama, sığlığın yanı sıra.
Sığlık sorun tespitinde de çözüm önerisinde de sürüyor.
“Bugün en önemli sorun: gençliğin geleceğinin yeniden yapılandırılması sorunudur.” tespiti resmin bütününü göz ardı etmekte ve sadece “gençlerle” sınırlamaktadır. Oysa gençliğin içinde bulunduğu sorun ülkenin ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel sorunların dışında değildir. Bu sorunlar görmezden gelinerek çözüm üretmek mümkün değildir. Gençler işin başında yeni girişecekleri yaşam savaşında her kesten daha çok tedirgin ve her kesten daha çok gelecek endişesi yaşamaktadırlar. Nasıl bir ülkede yaşamaya çalışacakları onlar için önem taşıyor. Ve bu gün bağımsızlığını yitirmiş bir ülke genci olarak, yaşamın her alanında daha baştan olumsuzluklarla başlamak zorundadırlar.
Gençlerin parasız eğitim talebi jopla, uzun tutukluluk süreleri ile karşılanıyorsa, gençler iş bulamama kaygısı içindeyseler. Her geçen gün artan işsizlikle, fabrikalar, işlikler önünde işten atılma tehdidi yaşayan arkadaşlarının yedek elemanı durumuna düşürülüyor, birinin mutsuzluğu üzerine kendi mutluluğunu kurmaya zorlanıyorsa ve bütün bunlar ülkenin içinde bulunduğu sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel bağımlılığın sonucuysa, sempozyuma adını veren “bağımsızlık ve toplumsal eşitlik için” uğraşmak ve gençleri bu doğrultuda harekete geçirmek çözüm için ilk adım olmaz mı?
Cumhuriyet değerlerinin geleceğe taşınması ancak bu yolla mümkünken başka yollar önermenin, daha doğrusu hiçbir şey önermemenin anlamı ne?
“Biz, hakkımızı savunmak ve bağımsızlığımızı güvencede bulundurabilmek için, bizi yok etmek isteyen emperyalizme ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı bütün ulus olarak savaşmayı yerinde gören bir öğretiyi izleyen insanlarız” diyen Mustafa Kemal; Kurtuluş Savaşı yıllarında Hakimiyeti Milliye gazetesine yazdığı bir başyazıda: “En büyük düşman, düşmanların düşmanı, ne falan ne de filan Miletler; bilakis bu, adeta her tarafı kaplamış ve saltanat halinde bütün dünyaya hakim olan ‘kapitalizm’ afeti ve onun çocuğu olan emperyalizmdir” diyen Atatürk’ün adını taşıyan derneğin Genel Başkanının, gençlere göstereceği
ADD Genel Başkanı, ADD gençliği tarafından gerçekleştirilen “Bağımsızlık ve Toplumsal Eşitlik için Ulusal Gençlik” sempozyum başlığına uygun olmayan, gençliğin sorunlarına hiç değinmeyen ve “emperyalizm”, “işbirlikçiler” gibi sözcükleri kullanmaktan özenle kaçındığı konuşmasını dinleyen gençlerin işi zor görünüyor.
Son söz, ancak “Devrimin hedefini kavramış olanlar, daima onu korumaya muktedir olacaklardır.”(M.K.Atatürk) Türk devriminin oluşumunu, içeriğini ve hedefini içselleştirememiş, onu bir yaşam felsefesi olarak algılamamış olanların söylemleri ile ADD Genel Başkanının örtüşüyor olması içler acısı bir durumdur.
Çağrı TAŞ