Küresel Kraliyet / Selçuk Tınaz
Çok uluslu yapısıyla vatansız bir anlayışı benimseyen ve bize 60’larda, 70’lerde moda olan “Dünyayı Kurtaran Adam” konulu saçma filmlerde gördüğümüz, dünyayı ele geçirmek isteyen “kötü adam” örgütlerini hatırlatan Küresel Sermaye, uluslar arasındaki paylaşımı ortadan kaldırıp küresel diktatörlük kurarak, gezegenin tek hakimi olmaya çalışıyor.
Bin bir zorlukla mücadele ederek ve çok büyük bedeller ödenerek kazanılmış değerleri, düşünceleri, kuralları ve yapıları tehdit eder hale gelmiş, kendi arsızlığını tatmin etmek uğruna insanları, hayvanları, bitkileri hatta gezegeni bile feda edebilecek karakterde olan “Kötü Adamlar”ın “Yeni Dünya Düzeni” sloganıyla bütün dünyaya dayattıkları hayat tarzı, küresel üretim yerlerinde hiç durmadan üreten, küresel pazarlarda sınırsız tüketen, sloganlarla konuşup ezber dışı düşünemeyen vatansız şirket robotları kimliği ile onursuz bir yaşam getiriyor herkese.
“Demokrasi ve insan hakları, kültürlerin korunması ve azınlık hakları” gibi kavramların arkasına gizlenen insanlık ayıbı bu kötü proje marifetiyle, halkları savunmasız tüketici yığınlarına çevirmeyi düşünen “Kötü Adamlar Örgütü”, çalışanların, demokrasi ve çalışma hukuku ile sağlanan her türlü haktan yoksun bırakıldığı yerlerde baskı altına alınmış ucuz iş gücüne yaptırılan düşük maliyetli üretimin, alım gücü yüksek yerlerde arz edilmesi üzerine kurduğu çok kazançlı modeli dilediği gibi işletebilmek için, insanların küresel sofralarda minik savunmasız liberal lokmalar şeklinde tabaklara yatırılmasını engelleyebilecek tek örgüt olan ulus devlet yapısını parçalayıp, küçük adacıklar haline getirmesi gerektiğine inanıyor.
Ulusal geleneklerinizi ve hafızanızı yitirecek, milli kurumlarınızı korumayacak, ulusal hiçbir aidiyet duymadan millet olma bilinci kazanmayacaksınız ki, bütün bunların vereceği güven duygusundan yoksun bir şekilde çok uluslu şirketlerin planlarında yalnız, güçsüz, kişiliksiz, kimliksiz ve ne olduğu belirsiz bir ‘dünya vatandaşı’ sıfatıyla yer alabilesiniz.
Bizi bu duruma düşürmek hedefiyle düşünüp çalışanların, yumuşak bir geçiş planladıkları anlaşılıyor. Önce, Türklüğümüzden vazgeçerek, “Türkiyelilik” kimliğini alacağız. Geçişi sağlayabilmek üzere yeni bir Anayasa yapılmasını dayatan yabancıların hesabına konuşanların söylediklerine bakılırsa, kendi devletinin ve milletinin adına alerji duyduğu için vatandaşlarına “Üstündeki devlet kimin olursa olsun fark etmez, siz sadece toprağı sevin” diyen bir Anayasamız(!) olacak.
Bu topraklarda başka devlet veya devletçikler kurmak ve kurdurmak isteyenleri destekleyen bir Anayasa, ancak Sevr Antlaşması’nın çağdaşı olabilir.
O çağda, fosil yakıt yatakları için Birinci Dünya Savaşını başlatan. Başka topraklarda savaşmaya karşı olan Amerikan halkını, elindeki medya ile etkileyerek savaşa sokup alıştıran. Barış anlaşmasının, ikinci bir savaşın sebeplerini oluşturacak şekilde düzenlenmesini sağlayan…
Daha sonra, büyük bir destekle Nazileri iktidara getiren. İkinci Savaş boyunca, Nazilerin savaş gücünü oluşturan silah, malzeme, ham madde, teknoloji ve finans desteğini veren…
Bolşeviklerin ihtilali esnasında ve sonrasında Sovyetler Birliğindeki büyük çaplı endüstriyel yatırımların ve girişimlerin 3/2’sini oluşturan sermaye ve teknik yardımları yapan ( Sovyet yöneticileri ve ideologları, diğer ülkelerde besledikleri ve destekledikleri komünist devrimci güçleri tekelci kapitalizme karşı savaşa teşvik ederken, sokaklarda ve meydanlarda ortalığı karıştıran gösteriler düzenletirken, çok uluslu şirketler ve tekelci sermayedarlar ile her yerde iş birliği içinde olmanın saltanatını sürüyorlardı )…
Vietnam Savaşı’nda 60 binin üzerinde Amerikan askerinin ve 1 milyondan fazla Vietnamlının ölümünden sorumlu olan ( Vietnamlılar kullandıkları silahları Rusya ve peyklerinden almışlardı ve ekonomik güçleri, teknolojileri böyle bir savaşın sürdürülmesi için yeterli değildi. Rusya’nın endüstrisinin ve teknolojisinin gelişmesine yardım eden küresel sermaye, bu savaşta her iki tarafı da silahlandırarak milyona varan sayıda insanın ölümüne sebep oldu ve milyarlarca doları kasalarına doldurdu )…
Çıkarlarına uygun geldiği müddetçe, ister Nazi olsun ister komünist olsun, karşı rejimin hakimleri ile aynı masaya oturmaktan ve iş birliği yapmaktan, ikili oynamaktan asla çekinmeyen ve içinde yaşadığımız toplumların geleceklerini çok tehlikeli bir şekilde tehdit eder hale gelmiş olan küresel sermayenin, ucuz üretip pahalı satarak çok kazanmak için milli sınırların kaldırılmasını ve ulus devletlerin küçük parçalara bölünmesini istemeye ne hakkı var, ne de ‘ayıpsız’ denilebilecek doğru bir mazereti.
Milyonlarca yıllık gelişmenin, ilerlemenin ve uygarlığın sonucunda gelinen nokta, insanı insan yapan her türlü değerden ve düşünceden uzaklaştırılmış, küresel iş yerlerinde sadece üreten, küresel pazarlarda durmadan tüketen, kimliği belirsiz bir toplumun ortak kaderini paylaşan ama ezberletilmiş belli kalıpları, sloganları tekrar etmek dışında düşünme ve söz söyleme hakkı olmayan makineleşmiş bireyler halinde, belli başlı küresel şirketlerin yöneticisi veya sahibi olan küçük ama çok zengin bir azınlığın diktatörlüğü altında yaşamak olmamalı.
Bu dünyadaki insan hayatının amacı, bir grup imtiyazlının daha büyük evlerde oturup, daha büyük ve lüks uçaklara, yatlara, arabalara binip, daha fazla viski ve puro içmesini sağlamaktan çok daha farklı ve anlamlı olması lazım.
Dünyaya, 100 senede bir tane Mustafa Kemal Atatürk geliyor. Küresel sermayenin planı tutar da “Matrix” filmi hayatımızın hikayesi olursa, işimiz var demektir çünkü, kurtulmak için aynı anda her ülkeye bir tane Atatürk bulmak gerekir.