İsrail’i savunan yazılar hangi Türk gazetesinin sürekli yayın organlarında yer alıyor?
KAYNAK: Hürriyet Daily News – BURAK BEKDİL
Bu mini yazı serisinin ilk bölümü Haziran 1967’de Yeruşalayim’i ziyaret etti. Serinin devamı olan bu yazı, öyküyü Haziran 2011’de, Mavi Marmara gemisinde İstanbul’a götürüyor.
Gazze filosunun organizatörü, Birleşmiş Milletlerce neredeyse sanık İslamcı yardım örgütü İHH, geçen yılki filosunun ölümcül İsrailli komando saldırısına maruz kalmasından sonra, bu ayın sonlarında ikinci bir filo yola çıkarmayı taahüt etti. Gazze ile Mısır arasındaki Refah kapısının açılması ve kısa süreli kapanışıyla bir yardım filosunun anlamsız hale gelmesine rağmen, İHH başkanı Bülent Yıldırım, yeni görevlerinin yardım değil “adalet” olduğunu söyledi. Ama hangi adalet?
Dokuz kişinin hayatını kaybettiği, İsrail’in Mavi Marmara baskını sonrasında Sayın Yıldırım adalet anlayışını şöyle açıkladı: “Dün gece dünyada her şey değişti ve her şey İslam’a doğru ilerliyor. Filistin’in yanında durmayanın tahtı devrilecektir.”
Birleşmiş Milletlerin, Amerika’nın ve İsrail’in çağrılarına yanıt olarak, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, hükümetlerin vatandaşlar tarafından Gazze’ye yeni bir filo gönderilmesini durduramayacağını, Ankara’nın yasadışı bir ablukaya meydan okuyan özel girişimleri engellemeyeceğini söyledi.
Bilgeliğin yolu Sayın Davutoğlu’na, belki de protestoculara yönelik ablukayı kırmak ve Suriye polisinin onları öldürmelerini engellemek üzere, IHH’yı Latakia’ya bir filo göndermesi için teşvik etmesini öğütlerdi. Kayıp olan 10.000 üzerindeki insanı, tutukluları, işkence edilenleri ve ileride diğer ölecek kişileri saymazsak, Suriye’de ölü sayısı şimdiden 1.000’in üzerinde, yani Mavi Marmara’daki ölü sayısının 111 katı.
Veya başka bir alternatif olarak, Dışişleri Bakanı yasadışı ablukalara karşı özgürlük filoları fikrine o kadar hevesli ise, Türk ordusu 1974 yılında etrafını çevirdikten sonra bir hayalet kasaba haline gelen Kıbrıs’taki Varosha’yı düşünebilir. Ama Sayın Davutoğlu’nun tercih ettiği başka sorumlulukları var.
Örneğin, Dışişleri Bakanı sık sık “Filistinli [Müslüman] Kudüs’te El Aksa Camii’nde namaz kılma” rüyasından bahseder. Yeruşalayim’i özgür bir Filistin devletinin başkenti olarak görme tutkusunu gizlemez. Yabancı bir dışişleri bakanı Kürdistan’ın başkenti olarak Diyarbakır’ı ziyaret etme rüyasından söz etse yüzündeki o sevimli gülümseme devam eder miydi acaba? Sanırım bu sorunun cevabını tahmin edebiliriz.
Fakat kendisi, siyasal İslam’ı ilerletmek amacıyla, çok standartlı uygunsuz seçimlerle övünmeyi alışkanlık haline getiren tek İslamcı değildir.
Geçen hafta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Diyarbakır’da yerel bir topluluğa hitaben şöyle dedi: “Biz Kudüs’ü fetheden Selahaddin Eyyubi ordusunun torunlarıyız”. Yani başbakan, “Yahudiliğin eski başkenti Müslümanlar tarafından fethedildi”, diyor.
Peki ama o zaman neden birinden zorla alınan bir yer işgalciye ait olsun? Eğer eski sahiplerinden alındıysa, Yeruşalayim neden Filistinlilerin olsun? Ve ordusu başka insanların topraklarını işgal eden birinin torunları olmaktan neden gurur duymalıyız?
Bundan birkaç gün evvel Sayın Erdoğan, bu kez Trabzon’da, partisinin destekçilerine 29 Mayıs’ta “Gururla İstanbul’un fethinin 558.ci yılını kutladığımızı” hatırlattı. Ve, Trabzon’un fethi olmadan Anadolu’nun fethi eksik kalırdı, dedi.
Fatih isminin Türkçe’de çok yaygın bir erkek ismi olması bir tesadüf değildir. Türkler evlad-ı fatihan (fatih torunları) olmaktan gurur duyarlar. Onlar bir zamanlar başka milletlere ait olan topraklarda yaşamaktan çok mutludurlar. Fakat diğerleri çocuklarına “Fatih” ismini verse de vermese de, böyle hisseden tek millet olmadıklarından bu hisleri anlayışla karşılanabilir. Ama gene de Türk / İslamcı olgusunda bir sorun vardır.
Eğer evrensel adalet ve meşruiyetten bahsediyorsak, İstanbul, Trabzon ve Anadolu’nun Türkler tarafından fetihleri, Yeruşalayim’in Eyyubi tarafından fethi neden iyidir de Yeruşalayim’in fetih yoluyla İsrail’e geri dönüşü kötüdür?Özellikle bu yeniden fetih, meşru bir devleti yok etmek için saldıran sekiz düşman ordu karşısında kendini savunurken gerçekleştiyse.
Daha sorular var. Yeruşalayim “özgür Filistin’in” başkenti olmalıysa, neden İstanbul “daha özgür Yunanistan’ın” başkenti olmasın? Neden Lefkoşa bölünmüş bir başşehirdir? 1683’te Türklerin Viyana kapılarında ne işi vardı? Kanuni Sultan Süleyman’ın ordusu, İHH’nın Gazze için iddia ettiği gibi, Viyanalılara insani yardım dağıtmak için mi orada bulunuyordu?
Kırk dört yıl önce, Araplar “Tel Aviv’de öğle yemeği” hayal ettiler. Bu hayal onlara büyük bir aşağılanma hissine ve Yeruşalayim’e mal oldu, Ortadoğu’ya ise barışa mal oldu. Bugün Türk liderler, İstanbul Ortodoks Patriğine ekümenik atamasını reddederken, “Filistin başkenti” Yeruşalayim’de namaz hayal ediyorlar. Neyse ki Türkler, Arapların aksine, fatih torunlarıdırlar.
Ortodoksluğun eski başkentini en büyük Türk şehri olarak elde tutmak iyidir. Ama lütfen Sayın Erdoğan ve Davutoğlu, en azından orasını başka bir milletten zorla aldığımız günün anısına fazla gürültü çıkarmamaya çalışalım. Ve beyler hatırlatırım: İstanbul’un Türk kökenli bir şehir olduğunu ve Yeruşalayim’in Filistinli olduğunu iddia etmek çok-koyu bir kara mizaha benziyor.
Tercüme: Alegresse Delail