Kabe etrafında herkes eşittir! Zengin-Fakir, Türk-Kürt, X-Y gibi çelişkilere yer yoktur!
Arslandan Korkmuş Yaban Eşekleri (!)
Sağa-sola kaçışan yaban eşekleri gibidirler,
Müddesir Suresi 50 ayet
Yaban Eşekleri etrafa savruluyor. Sözün doğrusu karşısında, kaçışmak ve etrafında duranlara tekme savurmak dışında bir şey yapamayan yaban eşekleri…
Kuran’ın Müddesir Suresi ilginçtir ki; birilerine ‘’Yaban Eşeği’’ diyor.
Acaba kim bunlar ?
Gelin birlikte bakalım;
Suçlular için
Nedir sekar’da bulunma nedeniniz diye sorulur.
Onlar; biz ‘’musalliyn’’ değildik dediler.
Ve miskinlere vermezdik/doyurmazdık.
Boş işlere dalar dururduk.
Hesaplaşma gününü hiç öngörmedik.
Nihayet ‘’yakin’’ gelip çattı.
Artık şefaat edenler de fayda vermez.
Hal böyle iken, neden öğütten dönüyorlar ?
Sağa-Sola kaçışan Yaban Eşekleri gibi.
Arslandan korkmuş gibi,
(Müddesir Suresi 41-51.ayetler)
Anlaşılması güç hale getirilen bu surenin yeterince belirginleşmemesi için yapılan mealler, kısmen amanca ulaşmış görünmektedir. Nitekim; sure sanki ‘’ölümden sonra yaşanacak bir şeyi anlatıyormuş gibi’’ muamele ederek, hali hazırda yaşanmakta olan bir şeyi görünmez kılma çabaları; bilinçli bir katliam olarak göze çarpmaktadır…
İlgili pasaj için yapılan çevirilerde, ‘’Musalliyn : namaz’’, ‘’Yakin:ölüm’’ biçiminde yapılan çeviriler, surenin mesajını gölgelemektedir…
Ayette geçen ‘’musalliyn’’ kavramı; desteklemek, infak etmek, kıyam etmek gibi manalara gelir. Görüldüğü yerde ‘’namazlaştırılan’’ salat kavramının özü algılanmadıkça, bu meseleyi idrak etmek olanaksızdır.
Salat, salv ve saly köklerinin ikisinden birden türemiştir. Kavramsal olarak; ‘’Ateşten korunmak için, uyluklamak/harekete geçmek’’ (Bkz. Lisan’ul Arap, salv & saly mad.) manalarına gelir.
Öte taraftan ‘’yakin’’ kelimesi, belirgin bir bilgi edinmek, görmek anlamlarına gelir. Tamamen ‘’dünyevi’’ olan bu kavram, bir meseleyi ‘’görmek’’, deneyimlenmemiş bir olguyu yaşantılamak suresi ile algılamak, manasındadır.
Kuran, yukarıda ki sure pasajında olduğu gibi; hemen hemen tüm cehennem tehtidlerini belli bir zümreye yöneltmiştir;
O ki, mal biriktirdi, onu saydı da saydı,
Sanır ki, malı sonsuzlaştıracaktır kendisini.
Hayır; andolsun o, ‘hutame’ye atılacaktır.
(Humeze Suresi 2-4. ayetler)
Hesapsız bir mal verdim ona.
Göz doyurucu oğullar verdim.
Alabildiğine imkânlar döşedim onun için.
Tüm bunlardan sonra hırs ile daha da artırmamı istiyor.
Hayır, iş sanıldığı gibi değil! O, bizim ayetlerimize karşı bir inatçı kesildi.
Ben onu dik bir yola süreceğim.
Derin derin düşündü o; ölçtü-biçti.
Kahrolası, nasıl bir ölçü kullandı!
Bir kez daha kahrolası, nasıl bir ölçü kullandı?!
Sonra baktı.
Sonra yüzünü buruşturdu, kaşlarını çattı.
Sonra arkasını döndü ve böbürlendi.
Şöyle dedi: “Bu, rivayet edilerek gelen bir büyüden başka şey değil.”
“İnsan sözünden başka bir şey değil bu.”
Onu Sekar’a fırlatacağım.
(Müddesir Suresi 12-26. ayetler)
Sarp yokuşun ne olduğunu sana bildiren nedir?
Özgürlüğü zincirlenenin bağını çözmektir o.
Yahut da açlık ve perişanlık gününde doyurmaktır o,
Yakındaki bir yetimi,
Yahut ezilmiş-boynu bükük bir yoksulu.
Sonra da iman eden ve birbirlerine sabrı öneren, merhameti öneren kişilerden olmaktır o.
İşte böyleleridir uğur ve bereket dostları.
Bizim ayetlerimizi tanımayanlara gelince bunlar; şomluk, uğursuzluk yâranıdır.
“Kapıları kilitlenmiş” bir ateş onların üzerinedir.
(Beled Suresi 12-20. ayetler)
Görüldüğü gibi, Kuran’da cehennem tehtidleri; servet biriktiren, kenz eden, vermeyen, köleleştiren, fakiri doyurmayan, statü oluşturan, insanlığın onurunu zedeleyen, servet ve iktidarını perçinlemek için her yolu deneyen zorba ve madrabazlara yöneliktir.
Yani bugünün jargonları ile okuduğumuzda, ‘’kapitalistlere, burjuvalara’’ hitap etmektedir. Çünkü ilgili fiillerin bugün ki aksiyonerleri bunlardır.
Ve Kuran’a göre bu cenahın oluşturduğu ortam ‘’cehennemdir.’’ Pasifleştirdikleri ve bireyleştirdikleri insan ‘’odun’’, odunlardan oluşan halk ise ‘’ateştir.’’
Tıpkı İbrahim’in ateşe atıldığını haber ettiği zannedilen ayette bahsedilen gerçek gibi…
Dediler: “Yakın bunu! Eğer birşey yapacak kişilerseniz, ilahlarınıza yardım edin.” (ENBİYÂ suresi 68. ayet)
Yukarıdaki çeviri ‘’arızalı bir çeviridir.’’ Ayette geçen; ‘’ harrikuhü’’ ifadesinin kökü ‘’h-r-q’’dur. Anlamı, ‘’tahrik etmek, galeyana gelmek’’ biçimindedir. Yani ‘’Nemrut’’un sakinleştirdiği/miskinleştirdiği/afyonladığı halk, İbrahim için ‘’ateş’’ olmuştur. Tahrik edilen halk, bir şaki/eşkıya olarak gördüğü İbrahim’i taciz etmeye başlamış, ancak İbrahim’in tutumu, halkın zihninde ki putları kırarak, bu etkiyi yok etmiştir.
(ENBİYÂ suresi 98. ayet) Siz ve Allah’ın berisinden, kulluk/kölelik ettikleriniz, cehennem odunusunuz. Hepiniz oraya gireceksiniz.
Aynı surede, Allah dışında kulluk edenlerin, bir diğer manada ‘’kula-kulluk’’ edenlerin, cehennem odunu olduğu ifade edilir. Bu odun, yeryüzünde yanmaya başlamıştır. Lakin, Kuran’a göre; ‘’Kraldan çok kralcılık yapmak, büyük bir felaketin başlangıç noktasıdır.’’
Günümüzde de ciddi anlamda alev püskürten odunların çokluğu, yeryüzünü cehenneme çevirmiştir. Lakin; İbrahim’ler de mevcuttur…
Müddesir Suresi’ne döndüğümüzde karşımıza çok ilginç bir manzara çıkacaktır.
“Suçlulara/Mücrimlere sorulduğunda” gibi başlayan ifade, reel anlamda birine soru sorma noktasında açığa çıkmamıştır. Bu, aydınlanma öncesi; bölgesel dilin karakterinde var olan bir sunuş tipidir. Bir suçlunun suçunu tanımlarken, kişileştirme, betimleme yapılır. Yani surede tanımlanan, Sekar’a atılma nedenleridir.
Bu nedenlerin başında ‘’Salatsızlık’’ gelir. Yani, ‘’Ateşten korunmak için harekete geçme’’ eylemi.
Hangi ateş ?
Az önce tarif ettiğimiz gibi, yeryüzünde ki odunlarca yakılan ‘’şirk ateşi.’’
Namaz olarak çevrilen bu ayet, namazı da kapsayan geniş bir eyleme dikkat çekmektedir. Bu eylemi ‘’namaz üzerinden anlatırsak şöyle bir tablo ile karşılaşırız.’’
Namaz ritüeli, Kabe’ye yönelerek başlar. Bu yönelişe ‘’kıble/hedef’’ denilir. Kabe Allah’ın evidir. Yani, Allah’ın isim ve sıfatlarının ihya edildiği yaşam alanıdır…
Kabe etrafında herkes eşittir. Zengin-Fakir, Türk-Kürt, X-Y gibi çelişkilere yer yoktur. Herkes tek tiptir. Eşit ve iç içedir. Halk olmuş, birbirine karışmıştır…
İşte buraya dönerek, benim ‘’kıblem, yani hedefim’’ bu sınıfsız, eşitlikçi, ideal toplumdur, deriz…
Ve ben bu hedefime ulaşmak için;
KIYAM ediyorum; Gerçekleri ayağa kaldırıyorum, zulme baş kaldırıyorum, dik duruyorum, kimsenin önünde eğilmiyorum, zulme karşı isyan ediyorum, deriz.
RÜKU ediyorum; Zengin iken fakirleşiyorum (Lisan’ül Arab Rakea mad.), Malımı dağıtıyorum, beni farklı kılan her şeyden arınıyorum, kimse önünde eğilmiyorum, kula kulluk etmiyorum, deriz.
SECDE ediyorum; Bu ortama/topluma ve bu toplumu bir arada tutan niteliklere biat ediyorum, deriz.
Bu süreç, bariz bir geçiş sürecidir ki; bundan ötürü namazın sonunda ‘’selam’’ verilir. Çünkü ilgili eylemleri hayata geçirdiğinizde oluşan toplum ‘’selam’’ toplumudur. Bu eylemin başarılı olacağına olan inancın sembolü olan ‘’selam’’, bu eylemlerin sonunda yer bulur…
(MERYEM suresi 62. ayet) Orada boş lakırdı değil, yalnızca “selam” işitirler. Orada kendilerinin sabah, akşam, rızıkları da hazırdır.
Kuran’ın cenneti budur. Rızkın kimsenin tekelinde olmadığı, adil bir paylaşımın vücut bulduğu; sınıfsız ortam…
Bu eylemler hayata geçmediğinde ise; çelişkilere boğulmuş bir toplum ortaya çıkar. Bu toplum için Kuran; ‘’şirk toplumu’’ der…
İşte ‘’sekar’’ ehli, bu toplumun bir parçasıdır. Onların namazı tıpkı şuna benzer;
Hiç dinsizim diyeni gördün mü ? / Kime sorsan dindarım der.
İşte yetimi iten o dur!
Yoksulu doyurmaya önayak olmaz!
Yazıklar olsun onların kıldığı namaza ki!
Kıldıkları namazın ne anlama geldiğini bilmezler.
Onlar gösteriş yapmaktalar.
Ve en küçük bir yardımı bile esirgerler.
(Maun Suresi)
İslamiyette, niteliksiz ritüel yoktur. Bütün ritüeller; belli, hatta aynı amaca yöneliktir. Dolayısı ile, bu dini; salt anlamda ‘ritüel dini’ haline dönüştürmek olanaksızdır. Çünkü, her ritüelde bir anlam mevcuttur…
Ve yine Kuran’da, ibadet ile ritüelin aynı şey olmadığını belirtmiştik. İbadet; kulluk programıdır. Yani, anlamdır, özdür, pratiktir, uygulamadır. Ritüel ise; ibadetin ilanı ve sembolik anlatımıdır…
Müslümanlar, yukarıda fonksiyonel olarak saydığımız ‘’pratik eylemleri uygulayıp, namaz ile ilan etmiş, hedef ve misyonlarını insanlığa bu ritüel üzerinden anlatmışlardır.’’
Lakin bugün, dinin kendisi ‘’namaz olmuş, ibadetin yerinde yeller eser hale gelmiştir.’’
Bundan ötürüdür ki, Müddesir Suresinde, kenzolar ağır biçimde eleştirilir.
Hatta onların namazı için ‘’riya’’ ibaresi geçer. Yani; namaz kılarak sınıfsızlaşma/ihram toplumu hedefi olduğunu ilan ettiği halde kodamanlaşan, ezen, sömüren, talan eden, kese dolduran namusu kıt, aklı eksik beyinsizlere şamar indirir…
Ve bunların şakşakçısı haline dönüşen ‘’halktan/odunlardan’’ oluşan ateşe atıf yaparak, neden sonuç ilişkisi kurar. Ve bir hesap sahnesi kurgular…
Bu sahneye ‘’yakin’’ ifadesi ile anlam katarak, bu hesabın yeryüzünde sorulacağını, mazlumların, zalimlerin ensesine bineceğini gösterir…
Odunun pedagojisi ise, en vehim durumdur. Şakşakçılığın karakteristik sorunu; ezen-ezilen ilişkisinde; ezeni meşru kılan ezilenin varlığıdır. Yani, ezilende ki ezme/ezen hale gelme istidatı; bu çelişkiyi daim kılmaktadır…
Hatta tüm çelişki bu psikolojiye dayanır. Demokrasi adı altında pazarlanan ‘’diktatörlüğe’’ alkış tutmanın kimyasal problematiği budur. Kimyası bozuk bir toplum, ezenlere duacı olur. Üsttekilerden hesap sormayan alttakiler; bu zulmü meşru kılar. Dolayısı ile, dialektik olarak konumlandırdığımızda; +1 ve -1 arasında geçen bu bahiste, şakşakçılar ile ezenler ‘’aynı kutuptadır.’’
Ezen ile ezilenin aynı ‘’kutupta yer aldığı’’ toplumlar için Kuran, ‘’helak edilen kavimler’’ vurgusu yapar. Helak edilen kavimler, zulüm var diye değil, mazlumlar zulme çanak tuttu diye yargılanır. Hele ki, ezilenin; imkan ve hal değiştirdiğinde ezen konumuna geçmesi, bu tutumun en feci sonucudur. Ve yaşadığımız topraklarda durum, aynen böyledir…
Herkes ağzını açmış, eline fırsat geçsin diye beklerken; gerçek anlamda ‘’mazlum olanlar’’ bu zulüm çetesinin pisliğinde can çekişmektedir…
Ve gerçekler ile yüzleştiklerinde, Kuran’a göre şu şekilde davranırlar;
Arslandan korkmuş yaban eşeği gibi sağa sola kaçışırlar…
Bu durum, gerçeğin tezahürüdür. Belirttiğimiz toplum tipolojisinde; gerçeklerin halk tabanında ve üst sınıfta yaratacağı etki bu şekilde olacaktır. Yani, gerçekleri işittiklerinde, duymamazlıktan gelecekler, rahatsız olacaklar, sizi susturmaya, yok etmeye, sesinizi kısmaya çalışacaklar…
Ancak hesap günü/hesaplaşma zamanı geldiğinde, hiçbir şefaatçi/kurtarıcı/lider/başkan fayda sağlamayacak, bu köhne ve çürümüş ilişki biçimi kökleriyle beraber sökülüp atılacaktır…
Ki o günler yakındır.!
***
Bugün ‘’Devrimden Sonra’’ adlı filmi seyrettim. Ve bu filmi izlerken, Kuran’ı okuduğumda zihnimde beliren cümleleri replik olarak buldum karşımda.
Filmden sonra uzun uzun düşündüm, bu topraklarda; Müslüman ile sosyalistin arasını kim açtı diye?
Cevabını biliyorum esasında…
En beğendiğim sahne; ‘’bir kiracının ev sahibine ithafen kurduğu şu cümleydi;’’
– Bir insanın nasıl 8 tane evi olur! İhtiyacı için 1 tane tutsun, ben artık bu eve kira vermeyeceğim, çünkü bu eve ihtiyacım var…
Bu filmi seyretmenizi öneririm. Güzel bir film…
Bu topraklarda; sağcı, solcu, dindar, kürt, türk, laz, Çerkez ve sayamadığım tüm unsurların ortaklaşa üreteceği ‘’ortak vicdan’’ etrafında toplandığımızda;
Zulmün, baronların, emperyallerin, abdestli ve abdestsiz kapitalistlerin ve dahasının tamamı kaçacak delik arayacaktır…
İşte o gün, kardeşlik türküleri eşliğinde çektiğimiz halaylar ile karşılayacağız baharı.
Ve birbirinin derdi ile dertlenenlerce diriltilen o vücut, insanlık alemine işte o vakit ışık tutacaktır…
Makalelerimi okuyan, okurken yüzü gülen, hakaret eden, nefret eden, dua eden herkese yürekten selamlar…
Eren Erdem
FBKG