“Kutsal Savaşçı”nın destansı başkaldırısı…
İnançlar otoriteye dönüştürülmüşse eğer korkunun gölgesinde, her türlü dayatma hoş gösterilir Tanrı adına… Sorgulamaya kalkan hain ilan edilir, gerçek kötülük duruyorken gün gibi ortada! İnanç-çalışma-güvenlik kıskacıda, ‘Tanrı sizi koruyor’ avuntusuyla yaşanılan bir dünyada insanlarla vampirler arasındaki varoluş mücadelesini anlatan Kutsal Savaşçı (Priest), Min-Woo-Hyung’un 16 ciltlik serisinden uyarlanan bir yapım.
Çizgi anlatımlarla başlayan filmde ortama hâkim olan görüntüyse, yüzyıllar boyu süren savaştan özel eğitimli Rahipler sayesinde galip çıkan insanoğlunun nükleer silahlarla çoraklaştırdığı, harabeye dönmüş bir dünya… Çoğunluğun sığındığı yer, ‘Monsenyör Konseyi’ne ait devasa ‘ucube’ heykellerin korumacılığındaki fabrika görünümlü şehir! Güneş görmeyen bu yerde, 7/24 Tanrı’nın varlığını ve Kilise’nin emirlerine itaat etmeyi öğütleyen Monsenyörlerin hâkimiyeti sürmekte… Ses eşleşmesiyle günah çıkartılan televizyonlu arınma kabinleri, halkı baskılamanın en kolay yolu. Savaşın ardından kendi yarattığı güçten korkan Kilise’nin lağvettiği Rahiplerse herkesin ürktüğü istenmeyenler!
İnsanlık uğruna, kendi özellerinden fedakârlıkta bulunarak savaşan Rahiplerin gelinen nokta karşısında, içine düştükleri pişmanlık doğrultusunda gelişen Kutsal Savaşçı, tıpkı Orta Çağ’daki gibi sorgulamayı kesinlikle yasaklayan Ruhban Sınıfı’na karşı fantastik bir eleştiri… Yarattığı yeni tür vampirlerle dikkat çeken yapımda, kovan gibi mekânların ilginçliği de senaryonun etkisini artıran unsurlardan!
Yaratık şeklindeki şeffaf bedenli, kör vampirlerin yanı sıra onlar tarafından ısırılıp köleleşen insanlar da mevcut. ‘Kutsal Savaşçı’nın karşısına çıkartılan rakipse, gün ışığına dayanıklı vampirleştirilmiş eski bir Rahip! Bu ilginç birleşimde, renklerin ve çekim tekniklerinin sayesinde yaratılan gotik atmosfer, yapımı basit bir ‘vampir filmi’ olmanın ötesine taşımakta. Duanın gücüyle odaklanan ve insanüstü varlıklara dönüşen Rahiplerin savaşıyla, aksiyon yönünü tamamlayan filmde korku unsuru aramamak gerek. Teokratik yapının ikiyüzlülüğünü hedefleyen Kutsal Savaşçı, kasvetli bir destan gibi başlayarak Vahşi Batı’nın çöllerinde yürütülen vampir avına dönüşmekte.
Opera müziği eşliğinde gerçekleşen katliam sahnesiyle ‘V for Vendetta’ filminden esinti yaşatan Kutsal Savaşçı, vampirlerden korunmak için ‘kutsal su’ satan gezgin şarlatanlara inanan kasabalıları ve ateşli şerifiyle de kovboy filmlerini çağrıştırmakta. Mantığa aykırı gelen tek noktaysa, savaşı kazanan insanların kalan az sayıda vampiri yok etmek yerine tecrit bölgelerinde tutmayı tercih etmesi… ‘Öyle olmasa bu film daha başlamadan biterdi’ diyerek, yeni bir vampir destanı yaratan Kutsal Savaşçı’nın haftanın en izlenmeye değer filmi olduğunu belirtelim!
İlişkileri sorgulatan ‘Küçük Beyaz Yalanlar’…
Renklerin arkasına sığınıp yalan söyleyenler, kendilerini aklamak için mazeret üretmeyi de iyi bilirler. Yalan, yalanı doğurmuş ne gam…
Beyazlatılınca renkleri, hepsi masumiyete bürünürler! Arkalarında bıraktıklarıysa, harcanan dostluklar ve yitirilen değerler…
Fransız sinemasının yıldızlarını bir araya getiren aktör-yönetmen Guillaume Canet, mizaha ve duygusal hesaplaşmalara dayalı bir arkadaşlık filmi ortaya çıkartmış. Küçük Beyaz Yalanlar (Little White Lies), Fransız burjuvasının ‘her şeye rağmen tatil’ zihniyetinin ardındaki bencilliği irdelemekte! Dostluk ve sevgi kavramlarının mazeretlerle örselenişini, Max ve arkadaşlarının rutine binen tatil alışkanlığı üzerinden, eğlendirici bir dille aktaran yapımda hastalığa dönüşen saplantılar da ele alınmakta. Sahip olduklarıyla övünmeyi meziyet sanan Max’in komediye dönüşen sansar düşmanlığı ve denizdeki gel-git takıntılarına karşılık vaftiz oğlunun babası Vincent’ın yoğunlaştığı konu da, Max’in elleri…
İstiridye ve şarapla, gece suları çekilen kıyıların uzun uzun işlendiği Küçük Beyaz Yalanlar, gerçek sevgilerin özgürlük bahanesiyle maskelenmiş kaçamaklarla harcanmasının Fransız usulü anlatımı! Aynı çatı altında, her birisi ayrı dünyalarda yaşayan ve zorlama bir tatil geçiren insanların sorunlarını, göstermelik mutlulukla gizledikleri öyküde, yerel halkın geçim kaynağı olan istiridyeye getirilen yasak da unutulmamış. Gereksiz tekrar sahneleriyle, hak ettiğinden fazla uzatılarak monotonlaştırılan filmin çıkış noktası iyi.
Senaryoya zemin hazırlayan kazanın oluş süreci, yapımın en etkili bölümü! Arkadaşlığın hakkını veremeyenlerin, anlamsız sorunlarıyla şişirilen konuda ‘yalan’ olgusu aslında pek yerine oturmamış. Daha çok bencillik üstüne gelişen bir kurgu olarak karşımıza çıkan Küçük Beyaz Yalanlar, aşkı ve ilişkileri sorgularken arka planda ekonomik kriz döneminden, pirinç kavanozlarıyla konuşularak yapılan sevgi-nefret testine kadar ayrıntılara da değinmekte. Kısaca, Fransa’daki yaşama eleştirel bir bakış olarak nitelendirebileceğimiz Küçük Beyaz Yalanlar, genele yayıldığında ‘dostluğun’ önemli olduğu vurgulamasıyla karşımıza çıkan orta karar bir yapım olarak gösterimde yerini almakta…