II. Lawrance oyunu başladı!
Osmanlı-İran İlişkilerinin Perde Arkası:
İngilizlerin ve Siyonistlerin, Arapları Osmanlıya karşı kışkırtmak için Orta Doğu’ya daha evvel attıkları çengel, emarelerini göstermeye başlamışken yine de boş durmuyorlar ve yeni faaliyetlere girişiyorlardı.
İngiliz casusluları, –özellikle Lawrance- bu konuda oldukça ün kazanmışlardı. Bu ünlerini ise, Osmanlı ile Arapların arasına ektikleri düşmanlık tohumlarına borçluydular. Bu ünlerine ün katmak için, Doğu’da İran’a göz dikmişlerdi. Gerçi Lawrance’in ünü şişirme bir ündü.
Araplar ile Osmanlı’nın arasını açma çabalarının başarıya ulaştığını gören İngilizler, gözlerini özellikle petrol yatağı bulunan bölgelere çevirmişlerdi. Bu konuda, özellikle Irak ve Basra’ya büyük önem veriyorlardı. Anılan bu bölgeleri hallettikten sonra, sıranın Acemler’de olduğunu kendi aralarında dillendiriyorlardı.
İngilizler, İran nüfusunun bir bölümünü oluşturan Azeri-Türk kökenli halk ile Farisî kökenliler arasında kışkırtmalar başlatmışlardı. Bu arada özellikle de mezhebe dayalı ayrımcılık konusunda ise özel olarak çalışmaya yürütüyorlardı.
Teşkilat-ı Mahsus’a ve Yıldız İstihbarat, İngilizlerin çalışmalarını yoğunlaştırdığı bu bölgeye ağırlık vermeye başladılar.
İran ile Osmanlı arasında husumet çıkarmak isteyen İngilizleri engellemek ve diğer gizli servislerin bütün çabalarını boşa çıkarmak için Osmanlı Devlet’i büyük bir uğraş veriyordu.
Genellikle yakın Türk tarihinde gözden kaçan en önemli hususlardan birini göz önüne sermek istiyoruz:
İngilizlerin ve Siyonistlerin Orta Doğu’ya bir yılan gibi çöreklendikleri anlatılırken, İran meselesi hep gözden kaçmaktadır.
İşte yine o dönemde, Orta Doğu’da başarılı olan İngilizler ve Siyonistler, Doğu’da da Osmanlı’ya karşı İran’ı kışkırtmak için ellerinden gelen bütün yöntemlere/imkânlara başvuruyorlardı. Ancak çok ilginçtir ki, Araplar, İngilizlerin kurdukları tuzağa düşmelerine rağmen aynı tuzak İran’da tutmamıştır.
Yıldız İstihbarat’ın isimsiz kahramanlarından Cevat takma adıyla görev yapan İsmail Hamaney, İngilizlerin ve Siyonistlerin kurdukları tuzakları boşa çıkarma konusunda çok büyük başarılar göstermiştir.
İran’daki bugünkü Molla Teşkilatı’nın temelini oluşturan o günkü İran Molla Teşkilatı’nın başında bulunan ve Şia ulemasının da saydığı ve Osmanlı İran ilişkilerinde büyük bir köprü olan, Muhammad Ali Basravî Cevdet Bey ile el birliği yapmışlar ve Osmanlı-İran ilişkilerinin Osmanlı-Arap ilişkilerine benzememesi için çok büyük gayret göstermişlerdir.
Bu kişilerin önderliğinde yapılan bu özverili çalışmalar, olumlu netice vermiş ve İngilizlerin etkileri bu bölgeden silinmiştir.
İran Şii Molla Teşkilatı, dönemin saygın molla ulemasından da görüş ve destek alarak, tüm dünyaya şu mesajı vermişlerdir:
O dönemde İran, adeta bir fetva niteliği taşıyan yayınladığı deklarasyon ile; Türk Sancağı altında birleşmeye ve Osmanlı’ya biat etmeye hazır olduklarını ilan ettiler.
Bu fetvayı (deklarasyonu) resmileştirmek adına da, Tahran’da, Osmanlı Sefareti’nde, İranlı mollalar ve Osmanlı tebaası ve Osmanlı’nın yanında savaşmak isteyen mültecilerden oluşan büyük bir grup, Türk bayrağının altında Osmanlı’ya biatlerini tüm dünyaya ilan ederek, alttaki fotoğrafla da bu anı ölümsüzleştirdiler.
Gözden kaçan ya da kaçırılan ve birilerinin işine gelmeyen bu tarihi fotoğrafı ve bilgileri Türk Milleti’nin bilgisine sunuyoruz.
Bu konuda araştırmacıları; Osmanlı-Arap ilişkilerini incelerlerken, o dönemde çok büyük öneme haiz Osmanlı-İran ilişkilerini de incelemeye davet ediyoruz. Ve bu araştırmalarının sonucunda da şu soruyu özellikle sormalarını rica ediyoruz: Osmanlı ile Arapların açıldığı o dönemde, şayet aynı şekilde Osmanlı ile İran’ın arası açılsaydı acaba Türk tarihini seyri nasıl değişirdi?
Yine Osmanlı ile İran sınırının, uzun zamandan bu yana değişmemesi ve o dönemde de küçük çapta antlaşmalarla ve hemen hemen korunması ayrıca bu konuda hiç sorun çıkmaması da gözden kaçırılmamalı.
‘Tarih tekerrürden ibarettir’ sözü bugün de geçerlidir. İran’da molla rejiminin olması, Siyonist felsefeye, İran ve Türkiye ilişkilerini bozmak açısından önemli bir malzeme vermiş gibi bir görüntüsü olsa da, Türk Devleti’nin bölgeye hakimiyeti bu planı akil kılmaktadır. İran’ın hangi rejimi olursa olsun, bu güne kadar her iki ülkenin geliştirmiş olduğu köklü ilişkiler, Siyonistlere istedikleri fırsatı vermemiştir.
Biz sadece Siyonist felsefeye dikkat çekmek istiyoruz. Tıpkı bir zamanlar, soğuk savaş döneminde bizi Sovyetlerle korkuttukları gibi. ‘Bak komünizm gelecek’ dediklerini elbette unutmadık.
Bunun bir başka versiyonu olan, (komünizm tehlikesi ile korkuttukları gibi) ‘İran molla rejimi, Türkiye’deki rejime tehdittir,’ ‘Türkiye İran mı olacak?’ bu tür üfürmeler bugün ne kadar geçerlidir? Bu konuda biraz düşünmenizi ve bu olayları tekrar hatırlamanızı rica ediyoruz. Ve onlara da: ‘Hadi oradan diyoruz!…’ Yayınladığımız bu fotoğrafı da, planları tutmayan bu güruha, “tarih dergilerine ‘KAPAK’ yapmalarını öneriyoruz.”
İsrail’in İran’ı bahane ederek bölgeyi kışkırtıp, bir savaş ortamı yaratmak istediğini bugün artık sağır sultan bile bilmektedir. Bekliyorlar ki, İran bir hamle yapsın da, İsrail savaş için meşruiyet kazansın. Gerçi İsrail belasının savaş için meşruiyet aramasına gerek yok, onlardan her an her şey beklenir.
İran’ı planları doğrultusunda savaş ortamına çekemeyen İsrail, bir başka Müslüman ülkenin şizofren liderini de tahrik ederek, bu ülkeyi kışkırtıp kendine saldırtma planına karşı tüm Müslüman ülkeler uyanık olmalıdırlar.
Şu istihbaratı vermeden de geçemeyeceğiz: İsrail şu sıralar neden Libya’yı çok gündeme getirmektedir? Şunu mu arzu etmektedir: Libya’nın şizofren Lideri Kaddafi, İsrail’e çatsın, bir çatışma çıksın, başta İran olmak üzere, diğer Müslüman ülkelerde Libya’ya taraf olsun böylece direkt savaşa sokamadığı İran’ı bu yöntemle savaş ortamına çeksin. Bu arada da bozuk olan İsrail-Türkiye ilişkilerini de fırsat bilerek, bu ortamdan faydalanarak olası savaşta Türkiye’yi devre dışı bıraksın.
Böyle bir şey olsa, dünya kamuoyu, Türkiye’ye şunu söylemez mi: ‘bak eksen kayması doğruymuş. Türkiye İran oluyor…’ Saçmalıkları sürüp gidecek… Sonuç: Bugün Libya işi tutmazsa, başka bir Müslüman ülkeyi işin içine çekilmeye çalışılacaktır. İsrail her ne olursa olsun mutlaka bir çatışma ortamı yaratmak istemektedir. Türk Devleti’nin, nükleer takas anlaşmasındaki dünya kamuoyunu kıskandıran başarısının hazmedilememesi, İsrail’in iyice kontrolü kaybetmesine ve ‘savaş savaş’ nidaları atmasına sebep olmaktadır. Çünkü İsrail biliyor ki, bütün bu gelişmeler, İsrail’in gücünü zayıflatmaktadır.
Bir atasözü var: Su uyur düşman uyumaz!
Bu atasözüne bir ekte biz yapalım: Türk Devleti hiç uyumaz!
Erol Derman/ On Altı Yıldız/FBKG