Hem Müslümanım hem Atatürkçü
Türk halkı arasında iki sorudan oluşan bir anket yaparak sorsak:
1- “Müslüman mısınız?..”
2- “Atatürkçü müsünüz?..“
Her iki soruya da yüzde doksanın üzerinde “evet “yanıtı çıkar…
Hem Atatürkçü hem de Müslüman olunması çok doğaldır. Yanıtlarda şaşılacak bir şey yok…
Fakat; yalan, dolan, talan, vurgun, hırsızlık, haksızlık, din sömürüsü, ticari ayıp, emek sömürüsü vb.. gibi inanca ve hukuka aykırılıkların yoğun olduğu bir ülkede nerdeyse bütün insanların “müslüman“ olduklarını vurgulamaları anlaşılır bir durum da değildir!..
Bunu vicdanlara bırakıyorum…
Ya da, Türk devrimini anlayamayanların, kavrayamayanların, yabancı hayranlarının, kendine güvenmeyenlerin, toplumu hiçe sayan çıkarcıların, yurttaşlık bilinci gelişmemişlerin, düşkünlerin, Kemalizm’i dinselleştirenlerin, Kemalizm’e karşı fikir ve grupların… çoğunluk oluşturdukları bir toplumda neredeyse herkesin ezici bir şekilde “Atatürkçüyüm” demesi de anlaşılır bir durum değildir!..
Bunu da insaflara havale ediyorum…
Demek ki bu kavramları algılama konusunda sorunlu bir toplumuz…
Birinci soruyu işin erbapları yanıtlasın… Bu yazıda ikinci sorunun yanıtını irdeleyip incelemeye ve yorumlamaya çalışacağız…
Öncelikle belirtelim ki bu inceleme ve analiz Kemalizm’i yıllardır titizlikle inceleyen ve ona bütün içtenliğiyle gönül vermiş bir insanın düşünceleridir. Yalanlara, yanlışlara ve saptırmalara olan itirazlarıdır. Amaç, at iziyle it izinin birbirine karıştırıldığı bir dönemde ufuk açıcı olmaya çalışmaktır. Kemalizm düşmanlarının her şeyi tersyüz ederek ortalıkta bağırıp çağırmalarına, ukalalıklarına, utanmazca yalanlarına ve düşmanlıklarına karşı bazı gerçekleri savunma çabasıdır…
Aşağıda ele alınan her başlık için araştırmalar yapılıp kitaplar yazılabilir. Yazımızın kapsamı oldukça geniş olduğundan konular zorunlu olarak kısa ve öz tutulmuştur…
Daha önce Kürtçü ideologların, dincilerin ve liberal kılıklı soytarıların Kemalizm konusundaki saldırılarına yanıt verdik. Şimdi de Kemalizm’e ilişkin genel yanlışların, yalanların ve saptırmaların bazılarını incelemeye çalışalım:
1- Türk Halkı Aldatılmaktadır
Türk halkı Atatürk’e büyük bir saygı ve hayranlıkla gönülden bağlıdır. Ülkemizi yönetenlerin Atatürk’ün açtığı yoldan yürümelerini istemektedir. Birlik içinde kalkınarak çağdaşlığa ulaşmayı dilemekte, özlemekte ve beklemektedir. Ne var ki; eğitim bakımından geri bıraktırıldıkları için her zaman kötücüller tarafından kolaylıkla kandırılmaktadır. Gerici, işbirlikçi egemenler ve siyasi partileri, halkın Atatürk sevgisini iktidar olmanın bir aracı haline getirmişlerdir.
Ama iktidar olunca Atatürkçülüğe aykırı ne varsa yapılmıştır… Üstelik yine Atatürkçülük adına !.. Halkın kafasında sorular oluşsa da, derinlemesine analiz ve sentez yapılamadığı, yurttaşlık bilinciyle hesap sorulamadığı, kısa bir sürede gündelik yaşamın sıkıntıları içinde unutulduğu bir gerçektir. Bu oyun her seferinde yeni vaatlerle, yalanlarla devam etmektedir.
Tarihsel gerçeklik büyük halk kitlelerinin olayları, tarihi gelişmeleri, ideolojiyi bilemedikleri için aldatıldıklarının örnekleriyle doludur.
Halk 2007 genel milletvekili seçimlerinde AKP iktidarının Atatürkçülüğe karşı olmadığına parti mitinglerindeki bayrak gösterileriyle, “tek millet, tek vatan, tek bayrak..” söylemleriyle inandırılmıştır. Kemalizm’in sağladığı çağdaşlaşmadan, getirdiği olanaklardan yararlanan büyük bir kitle bütün yaşananlara karşın laikliğin tehlikede olmadığını, ulusal bağımsızlığın korunduğunu düşünebilmektedir !..
Ne yazık ki Türk halkı Atatürk’e sadece gönül bağıyla bağlıdır. Ama Kemalizm’in kendisi için ne kadar yaşamsal olduğu konusunda yeteri kadar bilinçli değildir…
2- Kemalist Gruplar Arasındaki Sorunlar Çözülmelidir
Başarının temel koşulu Atatürkçü kesimimin bir cephede toplanmasıdır. Kendini Kemalist ya da Atatürkçü olarak tanımlayanların dağınık gruplarda bulunmaları anlaşılır bir durum değildir. Kemalizm’in temel ilkeleri ortadadır. Bu ilkelere kimsenin itirazı yok gibi görünmektedir. Görev bu ilkelerin yaşama geçirilmesidir. Sorunun can alıcı yeri burasıdır…
Anlaşılan o dur ki; bu konuda farklı değerlendirmeler vardır.
Kemalizm konusunda iddiası olan her insan ve her grup kendisini bu konuda fetva makamı gibi görmektedir. Siyasi partilerde ve aydınlar(!) arasında itiş, kakış ve karşılıklı suçlamalar sürerken halkın neyin doğru neyin eğri olduğunu ayırt etmesi olası değildir!..
Son yıllarda çoğalan Kemalist gruplar gençler arasında yaygınlık kazanmaktadır. Olay sevindirici bir gelişme olmakla birlikte bu grupların birbirlerine karşı aldıkları tavırlar yarardan çok zarara yol açmakta, amaçtan uzaklaşılmakta, Güçler parçalanmakta ve güvensizlik ortamı yaratılarak karşı devrimcilerin işi kolaylaştırılmaktadır.
Kuşkusuz Kemalist gruplar arasındaki bu tartışma ve ayrışmaların tümünü kötü amaçlarla yorumlamak yanlış olur. Fakat bunları sırf gençlik heyecanından kaynaklanan yanılgılar olarak görmek de gerçeğe yüz çevirmek olacaktır.
Etki ajanlarının hiçbir zaman boş durmadıklarını unutmamak gerekir!..
Sadece bir konuda ortaya çıkan fikir ayrılığı bütünlüğü bozabilmektedir. Bunu yaratmak hiç de zor değildir… Bu yüzden aralarında küçük farklılıklar bulunan grupların fikir ayrılıklarını abartmamaları gerekir… Örneğin; AB konusu çok ivedi değildir. Süreç içinde ele alınabilir, yorumlanabilir.. Bu yüzden parçalara bölünüp Türkiye’nin İslamcı bir faşizme dönüştürülmesine seyirci kalınması Atatürkçülük olabilir mi?..
Kemalist gruplarda bütünleşme konusunda büyük bir direnişle karşılaşılıyorsa bu anormal durumun başka nedenleri var demektir. Bu grupların başını çekenlerin, yön ve yol gösterenlerin iyi tanınması ve sorgulanması çok önemlidir…
Ortak amaç Kemalizm’de birleşmek olduğuna göre geniş bir çerçeve ve anlayış içinde, kavga yerine ortak noktalarda buluşarak, diyalog yaratılarak bütünleşmeye çalışmanın en doğru yaklaşım olduğunu inanmak, bu olanağı bir an önce kullanarak ortak eylemler içinde büyümek tek seçenektir.
Yoksa, Kemalistlerin bile birbirleriyle anlaşamadığı bir ortamda, Türkiye’nin Kemalist yönde birleşmesini ve ilerlemesini istemek, sadece bir hayal olarak kalacaktır…
Bu bağlamda yapılacak ilk iş, kendilerine Atatürkçü (Kemalist) diyen kişi ve grupların özeleştiri yapmaları, altı ok temelinde birleşme için bütün Kemalist gruplarla hemen diyaloga girmeleridir… Böyle bir hareket başta bütün art niyetlilere, bütün yerli-yabancı servislere ve karşıdevrim güçlerine vurulacak ilk darbedir.
Bu konularda sağlanacak bir birliktelik, satılmış kalemlerin, Kemalizm karşıtı kişi ve grupların karşısında her yerde büyük bir güç olarak ortaya çıkmanın ilk ve en önemli koşuludur.
3- Kemalizm Sağ Ya Da Sol Şablonlara Oturtulamaz
Çoğu aydın ve yazar(!) Kemalizm’i sosyalist literatüre göre kategorize ederek kolaycı bir şekilde tanımlamakta ve yargılamaktadır. Oysa Kemalizm sosyalist ya da kapitalist bakışla yargılanamaz. Geçmişte bu kavgalar çok yapıldı. Kemalizm için kapitalistler komünistlik dedi. Sosyalistler işe faşistlik !.. Oysa Kemalizm üçüncü bir yolun öncülüğüdür. İlerici- devrimci, öncü bir ulusal kurtuluş hareketi olduğundan, kendine özgü bir devrim modeli oluşturduğundan kimsenin kuşkusu yoktur….
Kemalizm’i sağ ya da sol’a kopyalayıp yapıştırmak, sıradanlaştırıp birçok yönleriyle benzeşmeyen toplumsal hareketlerin içinde görmeye çalışmak son derecede sakıncalıdır. Kemalizm’in özgün ve öncü nitelikleriyle evrensel bir model olduğunu unutmamak gerekir.
Ayrıca Marksizm ve dünya sosyalist hareketleriyle Kemalizm’i tanımlamak onun özünü yadsımak olur. Saptırma olur. Kemalizm kendi özgünlüğü içinde değerlendirildiği zaman anlaşılabilir.
Bilimsel sosyalizm ya da diyalektik materyalizm denilen kuramın da sonuçta bir teori olduğu asla unutulmamalıdır…
4- Sosyal Demokrasi Kemalizm’in Yerine İkame Edilemez
Bir ulusal kurtuluş devrimi olarak ortaya çıkan Kemalizm ile Avrupa sınıf savaşımında bir “uzlaşma” olan sosyal demokrasi birbirinden tamamen farklıdır. Sosyal demokrasi Marksist kaynaklıdır. Emekçilerin artı değerden (sömürüden) pay almasıyla var olmuştur. Sosyal demokrasi için dünyanın ezilen ulusları sorun değildir. Avrupa dışındaki sömürülen emekçi kesimler umurlarında bile olmamıştır… Tersine, sosyal demokrasi kendi varlığını bu sömürüye borçludur…
Kemalizm ise tam tersine bir ezilen ulus ideolojisidir. Dünya çapındaki asıl sömürüyü, proletarya- patron çelişkisinde değil, gelişmiş merkez (semiferi) ülkeleri ile ezilen uluslar (periferi) arasındaki çelişkilere bağlar. Metropol ülkelerin her türlü güce dayanan haksız saldırıları karşısında mazlumların ideolojisidir.
1960’ların ikinci yarısında CHP içinde “ortanın solu” sloganıyla yükselen “sosyal demokrasi” söylemleri Avrupa öykünmeciliği şeklideki bir küçük burjuva hareketidir. Avrupa’da emekçi örgütleriyle organik bağı olan bu hareketin Türkiye’de emekçi kesimlerle bağı yoktur. Çünkü Türkiye endüstrileşememiştir… Emek, özgürlük, demokrasi, paylaşım gibi sosyal demokrasinin evrensel (!) ilkelerini öne çıkarmak Türkiye’de bir özenti olmaktan öteye gidememiştir. Çünkü, Türkiye gelişmiş bir kapitalist – emperyalist ülke değildir. Sınıf çatışmaları yaşamamıştır. İşçi sınıfı yetersizdir. Örgütlü ve büyük bir güç olamamıştır.
Bu öykünmeci görüş, bugün de Kemalist mirası sosyal demokrasi içinde yaşatmaya çalıştığını iddia ederek, aslında Kemalist devrimin göz ardı edilmesinde etkin rol oynamaktadır.
Türkiye’nin sorunu azgelişmiş ülkelerin sömürülmesine dayanan gelişmiş bir ekonomide görülen bir paylaşım sorunu değildir. Bir kalkınma, çağdaşlaşma ve demokratikleşme sorunudur…
Bu durumda sosyal demokrat olduğunu söyleyenlerin aynı zamanda da Atatürkçü olduklarını iddia etmeleri büyük bir çelişkidir.
Sosyal demokrasinin sadece Avrupa’ya ait bir kavram olduğunu bilerek Kemalistlerin sosyal demokrat olmadıklarını artık anlamaları gerekmektedir… Çünkü bu iki kavram birbirinden farklıdır…
5- Kemalizm Bir Osmanlı Modernleşmesi Olarak Yorumlanamaz
Bu görüşte olanlar Kemalist kadronun Osmanlının son döneminde yetiştiğini, aslında birer Osmanlı olduklarını, tarihsel sürecin bir bütün olarak geliştiğini,- devrimi kabul etmeyerek- Kemalist atılımların 19. yüzyılda başlatılan reformların devamı olduğunu iddia ederler. Bunlar Osmanlıcı, liberal ve dinsel oluşumlardır. M. Kemal’i 1923’e kadar benimserler.. 1923-1938 arasındaki Atatürk’e karşıdırlar. Kemalist devrime karşıdırlar. M. Kemal’e saygılıymış gibi davranırlar. 1923’te M. Kemal’den ayrılan ve bugüne kadarki sağ iktidarları oluşturan ana fikrin kaynağı bu görüştür.
Kemalizm geçmişin deneyimleri ve birikimleri üzerine kurulmuştur. Aslında her ideoloji böyledir. Kemalizm egemenliği ulusa veren, tam bağımsızlığa, özgürlüğe ve eşitliğe dayanan bir aydınlanma ve çağdaşlaşma ideolojisidir. Osmanlılıkta bunların hiçbirinden eser yoktur…
6- Irkçı, Turancı Ve Şoven Görüşler “Kemalizm” Değildir
Atatürk, ulusal bilinci yükselterek kaynaşmış bir ulus yaratmak amacıyla sürekli olarak Türk ulusuna övgüler düzmüştür. Kendisinin Türk ulusunun bir üyesi olmaktan başka bir özelliği olmadığını vurgulayacak kadar mütevazi ve o denli de ulusunu yücelticidir. Atatürk’ün Türk milleti diye tanımladığı insanlar ise “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkıdır”. Anadolu’da binlerce yıldır yaşayan halklar da bu tanımın içindedir. Övgüler hepsinedir.
Özellikle Türk tarihi araştırmaları sırasında Türklerin kökenleri öğrenilmiştir. Sovyetlerden gelen Türkçü ideologların da etkisiyle, dünyadaki ırkçı akımlara koşut olarak Türkiye’de de bir ırkçı akım ortaya çıkmıştır.
Bu akım 2. Paylaşım Savaşının bunalımlı yıllarında dış destekle güçlendi.
Atatürkün Türklük konusundaki övgülerini ve gösterdiği bazı erekleri kendi amaçları için kullanan ve kendini “Atatürkçü” olarak da tanıtan bu kesim altı ok’u dokuz ışığa çevirirken, Kemalist ilkeleri ve Kemalizm’i bütünleyen öteki ilkesel görüşleri göz ardı edebilmiştir. Ve Atatürk’ün önüne Nihal Atsız gibi insanların görüşlerini koyabilmiştir. Bugün de Türk devrimini ve dünyayı algılamakta zorlanan genç insanlar böyle bir çizgiyi savunabilmektedirler.
Bu devrim sapmalarının Kemalizm’le hiçbir ilgisi yoktur…
Ve bu bağlamda ortaya çıkarak tam bir kafa karışıklığı olan Türk-İslâm sentezi fikri bugün de terk edilmiş değildir. Üstelik on yıllarca egemen olmuştur. Özal döneminin en büyük destekçileridir. Ayrıca “milli görüş (!)” çizgisinden gelen bugünkü “ılımlı dinci” iktidara, önceki on yıllarda din ve siyaseti birbirine karıştırarak – istemeden de olsa- taban yaratmışlardır.
Oysa Kemalist ulusalcılıkta din ulus olmanın yardımcı bir unsurudur. Belirleyici unsur değildir. “Yüzyıllardan beri süregelen kötülüklerin din perdesi arkasına saklananlar” tarafından tezgâhlandığını, bizzat Atatürk vurgulamıştır. İnanca değil, inancın devlet işlerine müdahalesine olanak vermeyen laikliğin cumhuriyetin temel bir ilkesi olarak yerleştirildiği unutulmamalıdır.
Kemalist Ulusçuluk kavramında ırkçılığa ve soy bağlarına yer yoktur. “Türkiye cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir “ sözü bunun en güzel ifadesidir…
Türk kökenli halklarla kültürel ilişkilerin canlı tutulması önerisine gelince, bunun doğal bir dilek olduğu kabul edilmelidir.
Kemalist ulusçuluk, yalnız dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan Türk kökenlilerle değil, bütün uluslarla barışçı, eşit, kardeşçe ve hakça ilişkiler sürdürülmesini gerektirir. Bu bağlamda orta Asya’da kalan soydaşlarımızla kurulması istenen ilişkilerin ırkçı ve şoven olduğunu öne sürmek, yayılmacı emellere Atatürkü alet etmek demektir.
Binlerce yıldır Anadoluda yaşamış kavimlerle kaynaşan Türk boyları yeni bir ulus ortaya çıkarmışlardır. Türk ulusunun geçmişi ve geleceğiyle bu yurdun öz sahibi olduğunun, sırf soya dayanmayan, ırkçı-şoven ve yayılmacı olmayan bir ulusçuluk olduğunun herkes tarafından anlaşılması gerekmektedir..
Zaten orta Asya’da geçmişte var olmuş Türk devletlerinde de ailenin egemenliğinden başka bir unsur dikkate alınmamıştır. Modern çağda bunu ne kadar zorlasak da hem koşullar, hem de geleneksel Türk devlet anlayışımız ırkçı bir düşünceyi kabul etmemektedir.
Kemalist ulusalcılık ırka ve dine dayanmayan dünyanın en çağcıl ulusalcılığıdır.
Bu çerçeve içinde ırkçı ve dincilerin milliyetçilik söylemleri ne dünyanın ulaştığı aşamayla ne de Kemalist anlayışla örtüşmez.
Türk milliyetçiliği söylemiyle Atatürk ulusçuluğunu reddederek ıkçı- şoven ve yayılmacı görüşlerine Atatürk’ü de dahil etmeye çalışanların Türk devrimini benimsedikleri ve Kemalist (Atatürkçü) oldukları savı biraz havada kalmaktadır…
7- Devrim; Süreci, Zamanı, Ortamı Ve Koşulları İle Bir Bütündür
Kemalizm karşıtlarının karalama, saldırma ve saptırma yöntemleri çoktur. Özellikle demagoji, polemik ve takiyyeyi sıkça kullanırlar. Örneğin; M. Kemal’i demokrasiyi getirmedi diye eleştirirler. Ya da, halkı kurtuluş savaşına yöneltirken kullandığı dini söylemlerini, saltanat ve hilafete ilişkin görüşlerini hep geçerliymiş gibi yineleyebilirler.
Mustafa Kemal’e başvurmak en önemli kaynaktır. O’nun süreç içinde söylem, eylem, fikir ve uygulamada ortaya koyduğu yöntemleri, ileriye yönelik amaç ve çabalarını doğru yorumlamak öncelikle devrim tarihimizin iyi öğrenilmesine bağlıdır. Devrim süreci bir bütündür. Ve bugün de bittiği söylenemez.
Kemalizm ya geleceğimizde de bizi aydınlatacak, ya da tamamen ortadan kaldırılacak ve bir tarihsel anı olacaktır.
Bu yüzden Atatürk şöyle diyor, böyle yaptı, şeklinde örnekler verilerek yapılan sığ değerlendirmeler genellikle yanlış olmaktadır. Mustafa Kemal’in eylem ve söylemleri yirmi yıllık devrim sürecinin aşamalarına bağlı olarak hep daha ileri amaçlara yönelmiştir. Dünyadaki bütün devrimler süreç içerisinde değişiklikler gösterir, gelişir… Hiçbir devrim başta duyurulduğu şekliyle bitirilmemiştir.
8- Devrimcilik İlkesi İyi Kavranmalıdır
Devrimcilik ilkesinin ilk iki ayağı devrimi korumak ve sürdürmektir. Üçüncü ayağı da ilkelerin çağa, ortam ve koşullara uyum sağlayacak şekilde geliştirilmesidir.
Şu sözleri bir düşünelim:
“Devrimler başlar, ama devrimin bitişi diye bir şey yoktur. Başlamak ve bitmemek gerek doğada, gerek toplumda devrimin, evrimle benzer olan ortak yasasıdır.”
“Ben size donmuş ve kalıplaşmış hiçbir kural bırakmıyorum…. Benim mirasım akıl ve bilimdir.”
“Kemalizm 1930’larda kalmıştır… İçe kapalıdır.. demokratik değildir..” şeklindeki neo liberal, küreselci, işbirlikçi çevrelerden gelen saldırıların ne kadar kasıtlı olduğu ortadadır.
Öte yandan aynı çevreler AB’ye, küreselleşmeye, bağımsızlığın yitirilmesine karşı çıkanlara Atatürk’ü örnek gösterme gibi bir tutarsızlık içindedirler. Oysa Atatürk, ulusal bağımsızlığı ve ulusal egemenliği Türkiye cumhuriyetinin iki temel taşı olarak koymuştur. Bunlardan vazgeçmek Kemalist devleti yıkmak demektir…
6 tanesi anayasaya geçtiği için bilinen toplam yirmi kadar ilke Kemalizm’in esaslarını oluşturur. Bunları her zaman bir bütün olarak görmek, birini yaparken diğerini yıkmamak gerekir.
Kemalizm, ilkelerin özüne bağlı kalınarak çağa, ortama ve koşullara göre yorumlanır. İlkelerin akıl ve bilim yoluyla –popülizm yapmadan- geliştirilmesi onun devrimci özünün gereğidir. Kemalist devrimcilik bunu gerekli kılmaktadır.
Bu yönde çaba harcayan kişi ve gruplar bulunmaktadır. Soyut ve kalıplaşmış sözler yerine projeler üretilmeye çalışılmaktadır. Ancak, egemen medya ortamı bu sesleri duymak bile istememektedir. Bu çalışmaların sahipleri, kendilerine “Kemalist “ diyen bazı gruplar tarafından da “light Atatürkçü, mason, revizyonist vb… “ iltifatlara boğulmaktadırlar!…
Kemalizm’i ve Kemalist dönemi kavramak, sürekli o dönemi övmek Kemalist devrimcilik için yeterli değildir.
Bu yinelemeler ufku açmak yerine 1980 cunta başının yaptığı gibi bıkkınlık ve soğukluk yaratmaktadır…
Bunun yerine Kemalizm’i özüne bağlı kalarak yorumlamak ve projeler üretmek yapılacak en doğru iştir.
9- Kemalizm Özgün Ve Evrensel Bir İdeolojidir
Atatürk ve Türk devrimini mollalar gibi “yüzünden okumuş” ve ezberlemiş, tarih ve Atatürkçülük kitapları yazmış kimi profesörler de Kemalizm’i “döneme ait pratik ve pragmatik uygulamalar, çözümler..” olarak tanımlamaktadırlar.
1950’li yıllarda başlayan ve sadece Mustafa Kemal’in kişisel özelliklerine indirgenmiş bir Atatürkçülük anlayışı bugün de vardır. Bu profesörlerin siyasi iktidarların bakış açılarına göre yazdıkları kitaplarında Atatürk övülmüş ve Atatürkçülük basitleştirilmiştir. Yetişen kuşaklar da bundan olumsuz etkilenmişler, Kemalizm’in büyüklüğünü kavrayamamışlardır. Bu yüzden, kendi topraklarımızdan fışkırıp dünyayı etkileyen büyük bir ideolojiyi kendimiz önemsiz görme aymazlığı içindeyiz. “Atatürk batıyı göstermiştir, çağdaş uygarlık Avrupa’dır “ şeklindeki demagojiler ve siyasi partilerin AB hayranlıkları Kemalizm’i kavrayamamış olmanın, basitleştirmenin sonuçlarıdır…
10- Kadro ve Yön Hareketleri Doğru Yorumlanmalıdır
1930’lu yıllarda kadro dergisi, 1961’de yayına başlayan YÖN ve sonraki yıllarda TÜRK SOLU dergisi ve DEVRİM gazeteleriyle sürdürülen Kemalizm yorumları Kemalistler için çok önemli kaynaklardır.
Ancak bu hareketleri birbirlerinden ayıran özellikler unutulmamalıdır.
Kadro dergisi (1932-1934) Mustafa Kemal’in denetiminde iki buçuk yıl boyunca Kemalizm’i kuramlaştırmaya çalıştı. İdeolojiyi çerçeveledi. Amacını gerçekleştirdi. Siyasal ortamın gerilmesi üzerine çalışmalar yeterli görülerek Mustafa Kemal tarafından uyarıldı ve kapatıldı.
1961-1971 arasında Doğan Avcıoğlu’nun yönetimindeki Yön, Türk Solu ve Devrim’le Kemalizm’e yeni bir yorum getirildi.Bu yorumun en özgün ve en kısa tanımı da Avcıoğlu tarafından yapıldı:
“… Mustafa kemal’in başlattığı ulusal kurtuluş devrimi yarı yolda bıraktırılmış ve yolundan saptırılmıştır. Söz konusu olan Atatürk’ün başlattığı ulusal kurtuluş devrimini günümüz koşullarında bütün sonuçlarıyla gerçekleştirmektir.( D. Avcıoğlu, devrim üzerine,sf, 10, şubat 1971 )
Bağımsızlık ve ekonomik kalkınma öncelik taşımaktadır. Bunun için, “.. kaynakların ekonomik kalkınma yönünden en rasyonel biçimde dağılması ve kullanılması…” zorunludur. (age,sf, 72 )
Toplumsal devletçilik zorunludur… Toprak reformu zorunludur. Ağır sanayi, savunma ve stratejik alanlarda özel sektör olamaz.
Yön hareketinin devrim anlayışına göre çağımızda iki tip devrim vardır: Ulusal kurtuluş devrimleri ve sosyalist devrimler… Türkiye Atatürk’ün ulusal kurtuluş devrimi aşamasını tamamlayamamıştır…
Kısaca, Türkiye’nin bağımsız ve gelişmiş, bir ülke olabilmesi için Ulusal Demokratik Devrimini (Kemalist devrimi ) gerçekleştirmekten başka seçenek yoktur.
Yön hareketinde bir sosyalist devrim amaçlanmamaktadır… Sosyalist devrim uzak bir erimde öngörülmektedir. Sınıf mücadelesi yoluyla devrim savunulmamaktadır. Bu yüzden dönemin sosyalist akımlarından ayrılmıştır.
Günümüzde Kadro ve yön geleneğinden geldiklerini ve Kemalist olduklarını söyleyen gruplar sol ve sosyalist terminoloji ve jargonları sıkça vurgulamaktadırlar. Bu düşündürücü bir durumdur. Kemalizm’i yorumlarken benliğimizden çıkan bu ideolojiyi sanki sonraki yıllarda ortaya çıkan dünya sol hareketinin bir uzantısıymış gibi görmek hatalı değil midir? Kemalizm’in özgünlüğünü, öncülüğünü, Asya tipi, geri bir üretim toplumundan çıkan özel bir devrim olduğunu anlatarak, yine bize özgü koşullarda geliştirilmesi gerektiğini vurgulamak yerine dünyadaki diğer kurtuluş hareketlerinin bir parçası gibi algılamayı ve anlatmayı uygun görüyorlar? Bu yüzden de sol ve sosyalist söylemler kullanıyorlar. Ulusalcılık anlayışı olarak Atatürkçülükte yeri olmayan şoven ve ırkçı tutumlara giriyorlar… Mustafa Kemal’in sarıldığı “ezen uluslar- ezilen uluslar” karşıtlığına gereken ağırlığı vermiyorlar.
Oysa günümüzdeki bütün bunalımlar emek-sermaye çelişkisinden, emekçilerin patronlarla savaşımından değil, emperyalizmin ülkeleri ve ulusları hedef almasından doğmaktadır.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, Kemalizm’e getirilecek her yeni yorum Kemalizm’in temel ilkelerine uygun olmalıdır. İdeolojinin ana ilkelerinden bir kısmını göz ardı eden bir Atatürkçülük olamaz…
SONUÇ
Bu yazıda Kemalizm konusundaki yalan, yanlış ve saptırmaların ancak bir bölümünü ele alındı. Kuşkusuz daha birçok yalanlar, yanlışlar ve saptırmalarla bugünlere geldik. Türkiye’nin şu anda içinde bulunduğu ortam ve koşullar Kemalizm’i bütünüyle yok etmek isteyen güçlere yaramaktadır. Bunu yapmak için bütün güçlerini kullanacakları kesindir.
Bu durumda Kemalist kesimleri bekleyen ivedi görev; aralarındaki uzlaşmazlıkları bir yana bırakarak içtenlikli bir birliktelik yaratarak ve karşıdevrime büyük bir cephe açarak saldırıları geri püskürtmektir…
Sen-ben kavgasına, dedikodularla yürütülen anlaşmazlıklara, suçlamalara, karalamalara bir son vermenin zamanıdır.
Kendine Atatürkçü diyen hiçbir kişi ya da grup bu görevden kaçamaz.
Daha fazla geç kalmanın yok oluşu izlemekten başka bir anlamı da yoktur!..
Altan ARISOY