Laiklik, Atatürk ve Din
Bir çok vatandaşımızın atıfta bulunduğu, anlamını doğru dürüst bilmese de yorum getirmekten kaçınmadığı Laiklik kavramı üzerinden şu günlerde ulu öndere karşı yapılan din düşmanlığı gerek dış güçler gerekse de içeride bulunan düşmanlarca beslenerek ve kendini aydın addeden sözde aydın topluluğunun yazıları ve söylemleri ile sürekli diri tutulmaktadır.
Öncelikle bir kanıya varabilmek için Laiklik ilkesinin ne anlama geldiğini bilmek gerekir!Laiklik sadece din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması demek değildir.
Devletin bütün dinlere aynı şekilde saygı göstermesi ve hepsine eşit mesafede olması demektir.Bir ülkede egemen olan dinin azınlıkta olan dine yada bir mezhebe karşı baskı kurmasını önlemektir.Sosyal devlet seçim zamanlarında yazın kavurucu sıcaklarına bile aldırmaksızın kömür dağıtmak değildir. Sosyal devlet: bireyin veya bireylerin inanç özgürlüğüne saygı duyulmasını sağlamak ve çoğunlukta olan dinin mensupları tarafından azınlık olan diğer din mensupları üzerinde oluşabilecek olan dinsel baskıları önlemektir.
Laiklik din midir ki: Hem laik hem Müslüman olunmasın? Laiklik ilkesini dinlerin yasak olduğu, yasaklandığı Sovyetler Birliği ile bağdaştırmanın ta kendisidir bu soru ve çok büyük hata edilmiştir. Çünkü laiklik ateizm demek değildir. Yani insanlar hem laik hem de Müslüman olabilirler aynı serbest piyasa ekonomisini savunanların liberal ve de Müslüman olduğu gibi.Laiklik ilkesi dinleri reddetmez bilakis dinleri kabul eder ve birbirleri üzerinde baskı kurmasını engeller. Birde kısa bir hatırlatma yapmak istiyorum bizde Laiklik zaten Osmanlı’dan beri vardır. Şeyhülislamlar din işleri ile uğraşıp, fetva verirlerken, padişahta devlet işleri ile uğraşır,şeyhülislamın verdiği fetvaya göre hareket ederdi. Yani baktığınızda net olarak görüyorsunuz ki ta Osmanlı’dan beri zaten bizde din ve devlet işleri birbirinden ayrıdır.
Dinsiz devlet olmaz diyen halkının izinden gittiği dini anlaması ve öğrenmesi için masraflarını da kendi cebinden karşılayarak Elmalı Hamdi Yazır’a Kur’an tercümesini yaptıran ve onu bütün halka ücretsiz olarak dağıtan bir kişiye din düşmanı olarak bakılması ne kadar da kötü bir şey! Mustafa Kemal aslında bir şeylerin düşmanıydı, bir şeyler ile savaşmıştı. Neydi peki bunlar ; dinde yeri olmayan hurafeler, en büyük düşman olan cehalet. Mustafa Kemal bunlar ile savaşmıştır. Halkı yüzyıllar öncesine götüren gelişmesini de engelleyen zaten bunlar değimlidir? Modern çağın gereksinimlerinin kavranılmasını ve anlaşılmasını zorlaştıran engeller zaten bunlar değil midir?
Bakın Mustafa Kemal Medreseleri kapattı diye dinsiz oluyor ama neden kapattı ? kapatmaktaki amacı neydi ? Bunları soran ve bunları öğrenmeye çalışan hiç kimse olmadığı gibi bunları kapatarak yerine neyi veya neleri açtı diye düşünen de yok.
Mustafa Kemal’in medreseleri, tekke ve zaviyeleri kapatmasındaki amacı daha modern daha çağdaş bir eğitimin verilmesidir. Unutmayalım Osmanlı’nın son yıllarında artık öğretmenlik bile babadan oğla geçmeye başlamıştı böyle bir durumda siz nasıl bir Molla Gürani veya bir Akşemsettin yetiştire bilirsiniz.
Tekke ve zaviyelerin kapatılmasına gelince : Dinine düşkün ve aşırı muhazafakar bir toplumda hurafeler çok olur ve geleceğe yönelik sağlıklı düşünen bireyler yetiştirilemez ve bu yüzden Mustafa Kemal tekke ve zaviyeleri kaldırdı ve yerine İlahiyat fakültesini açtı ki ulusu dinsel gereksinimlerini sağlıklı bir biçimde karşılayabilsin.
Mustafa Kemal o kadar dindardı ki (abartmıyorum isteyenler Atatürk ve din , Atatürk ve İslam adlı kitapları inceleyebilirler.) Osmanlı’nın çöküşünü bile İslam’dan uzaklaşmasına bağlamıştır ve son derecede doğru bir yaklaşım değil midir? Yani biz her ne kadar reddetsek de kardeş katlinin olması , zinanın , içkinin ve daha bir çok günahın saray ve çevresinde çoğalması İslam’dan uzaklaşıldığına kanıt değil midir?
Atatürk’ün dindarlığı hakkında atıp tutanlara karşı Ata’nın en yakınlarının onun dindarlığı hakkında neler söylediğini hatırlatmak istiyorum.Atatürk’ün dindarlığı hakkında en yakınları manevi kızları ne diyor bir bakalım.
Sabiha Gökçen ‘in de anlattığı sıradan bir hikaye ;
“Ata’nın elini öpmek üzere yanına girdim. İşleri ile meşguldü. Bir süre ayakta bekledim. Birden derin bir iç geçirdi. Ve “Allah” dedi. O bunu sık sık tekrarladı. Atatürk hakkında evvelce çok şeyler duymuştum. Bu tesirle olacak bir hayli şaşırdım. Onun ağzından Allah kelimesini duymak beni bir hayli şaşırtmış ve heyecanlandırmıştı. Atanın yüzüne şaşkınca bakmış olacağım ki, -“Sen dindar mısın” diye sordu? -“Evet dindarım” dedim. Ve bu cevabımı nasıl karşılayacağını anlamak için ürkek ürkek yüzüne baktım. Cevabım hoşuna gitmişti. “Çok iyi, Allah, büyük bir kuvvettir. Ona inanmak lazımdır” dedi. Ve bu konuda uzun uzun izahat verdi. Ben de o zaman anladım ki, Atatürk hakkında söylenenlerin aslı yoktur. Ve Ata, bütün söylenenlerin hilafında dindar bir insandı.
Bir diğer sıradan hikaye de Ata’nın diğer manevi kızı Ülkü Şüküllüoğlu ‘ndan:
“Annemi Zübeyde Hanım büyütmüştür. Onun anneme anlattığı bir anıyı aktarayım. Atatürk, 25 Ağustos’ta Kocatepe’ye çıktığı zaman orada şöyle dua ediyor: “Allah’ım senin bana verdiğin fikir ve zeka ile ben bütün planlarımı gerçekleştirdim. Bundan sonrası artık senin mukadderatın ” O, Allah’ına inanan bir insandı. Paşa, Ramazan’da Dolmabahçe’de veya Çankaya’da olduğunda anneme “Vasfiye oruç tutuyor musun?” diye sorarmış, annem “tutuyorum” dediğinde çok memnun kalırmış. Bana hastalandığımda dua ettirirdi, kendi de ederdi. Çok iyi hatırlıyorum, tifo geçiriyordum çok üzülmüş beni kurtarması için Allah’a dua etmiş. Annesi Zübeyde hanım da çok dindarmış. Anneme daha 7 yaşındayken Kuran dersi
aldırmaya başlamış. Kız kardeşi Makbule hanımın da devamlı namaz kıldığını biliyorum.”
Çeşitli propagandalar sayesinde Kur’anın Türkçe çevirisini yaptırdığı için İslam’a ihanet etmekle suçlanan ulu önderin Kur’ana olan saygısından Kur’an-ı Kerim’e “Kitab-ı Ekmel”(En Mükemmel Kitap) diye tanımladığını da bilmeyenlerin, Dolmabahçe Sarayında ve Çankaya Köşkünde hafızlara Kur’an okuttuğunu ve bazı Ayetlerin üzerinde fikir alışverişinde bulunduğunu ise hiç duymayanların olduğu ama iftira atmaktan da geri kalmadığı şu günlerde Murat Bardakçı’nın yayınladığı, Mustafa Kemal’in Kabe’yi yıkmasınlar diye Arap Kralına yazdığı bir mektubu hatırlatmak istiyorum:
” Arabistan’da Hz. Muhammed’in bütün akrabalarının mezar taşları yıkılmaya başlamıştır ve artık bu olay rayından çıkmıştır. İşler yavaş yavaş, resulün türbesini yıkmaya gelmektedir. Bütün Müslüman ülkeler tepkili. Bunu kim önleyebilir diye düşünür bu ülkeler. O yıllarda bağımsız İslam devleti olarak Afganistan, İran ve Yemen var. Fakat güçleri ve imkanları yok. İslam ülkeleri, “peygamberimizin türbesinin yıkılmasını önlese önlese ancak Türkiye ve Atatürk önler” der ve Atatürk’e bir mektup yazarlar.Atatürk mektubu alır almaz, Suudi Arabistan Kralı’na hitaben bir mektup dikte eder. imzasını taşıyan mektupta ya da notada şöyle der:peygamberimiz resulün türbesinin bir taşına dokunursanız kuvvetlerimiz (silahlı kuvvetleri kastederek) güneye doğru inecektir, bu hareketiniz cezasız kalmayacaktır. Bütün mezarları ve türbeleri yıkan, mezar taşlarını kıran Suudi Arabistan, Atatürk’ün bu mektubundan sonra resulün türbesine dokunamamıştır.”
Atatürk’e çeşitli iftiralarda bulunanlar şimdi de iftiralarında diretebilecekler mi? Neyse biz devam edelim…
Günümüzde ki bu cahiller sözde aydınlar Cumhuriyet rejimini kötülemektedirler ama peki neden? Neymiş efendim kadın ile erkek eşitlenmiş bu da İslam’a tersmiş . Aynı şeyleri İmamı Azam’a da yapmadılar mı? Bin küsür yıldan sonra yine aynı cahillik ve cehalet devam ediyor.İşte bu tür insanlar aslında Müslüman değildirler Müslümanlığı bilmemektedirler.İslam’ın özünde zaten eşitlik vardır.Hz. Peygambere bile “Ya Resulullah bu kadınları ne olur şımartma !”diyenleri ne zaman unuttunuz ? Toplumun bu hale gelmesinde, bu milletin ulu önderine iftiralarda bulunmasında Cumhuriyet rejiminin sindirilememesinde ve anlaşılamamasında kendilerini Atatürkçü addedenlerin kabul edilemez söylem ve davranışları da etkili olmuştur.
Hz. Peygamberden bin dört yüz yıl sonra, onun izinden gelerek zamanın şartları altında Mustafa Kemal kadın erkek eşitliğini şu sözleriyle açıklamıştır:
“Bizim dinimiz hiçbir zaman kadınların erkeklerden geri kalmasını istememiştir. Tanrı’nın buyurduğu, kadın ve erkeğin birlik olarak bilim ve kültür edinmeleridir. Kadın ve erkek, bu bilim ve kültürü aramak, nerede olursa oraya gitmek ve onunla dolu olmak zorundadır. İslam ve Türk tarihi incelenirse görülür ki bugün kendimizi bağlı sandığımız şeyler yoktur. Türk toplumsal yaşamında kadınlar bilim, kültür ve öbür konularda erkeklerden kesinlikle geri kalmamış; belki daha ileri gitmişlerdir.”
Ata’ya dinsiz diyen saltanat yanlısı insanlar cumhuriyet rejiminin ilk basamağı olan TBMM’nin bir Cuma günü cuma namazından sonra dualar eşliğinde açıldığını bilmezler ve Ataya gene de dinsiz demekten geri kalmazlar.Ayrıca Rus yalakaları da bunu dincileri kullanmak için yaptığını savunur.Halbuki böyle bir şey yok. Cumhuriyet rejimi de aslında nüfusunun çoğu Müslüman olan bir ülkede uygulanacak olan en iyi rejimdir çünkü Peygamber efendimiz ve dört halife zamanında egemenlik halktaydı. Peygamberimiz savaştayken bile aldığı bir kararı yanındakilere sormuş ve onların da düşüncelerini almıştır ve dört halifede halifelik koltuğuna seçim ile geçmiştir. Ne zamanki Muaviye başa geçmiş o zamandan itibaren işler değişmiştir. Halifelik babadan oğla yani saltanata geçmiştir.
Aslında Laiklik ilkesi ile Mustafa Kemal dini kurtarmıştır çünkü insanlar dini siyaset gibi pis bir oyunun içine katarak din istismarı yapabilirler ( zaten yapmıyorlar mı?) ve böylelikle dinimizin gereklerini unutup dinin dışına çıkmış ve doğru yoldan sapmış oluruz. Aslında Mustafa Kemal Laiklik ile bunların önüne geçmiştir.
Laikliği ulu önder Atatürk şöyle açıklar :
“Bir de, Türkiye Cumhuriyeti dahilinde, tüm tekkeler ve zaviyeler ve türbeler kanunla kapatılmıştır. Tarikatlar kaldırılmıştır. Şeyhlik, dervişlik, çelebilik, halifelik, falcılık, büyücülük, türbedarlık vesaire yasaktır. Çünkü bunlar gericiliğin kaynakları ve cehaletin damgalarıdır. Türk milleti, böyle müesseselere ve onların mensuplarına katlanamazdı ve katlanmadı.”
Mustafa Kemal, peygamber efendimiz Hz.Muhammed’i kendine örnek almıştır ve peygamber sevgisi ile doludur. Peygamberimizden bahsederken her zaman “Hz.Peygamber’in zaman-ı saadetlerinde”gibi saygı belirten kelimeler kullanırdı ve bunları da Mustafa Kemal’in şu sözlerinden anlıyoruz :
“O, Allah’ın birinci ve en büyük kuludur. O’nun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir; fakat sonuca kadar O, ölümsüzdür.”
“Büyük bir inkılap yapan Hazreti Muhammed (sav)’e karşı beslenilen sevgi, ancak onun ortaya koyduğu fikirleri, esasları korumakla tecelli edebilir.”
“Bütün dünyanın Müslümanları Allah’ın son peygamberi Hz. Muhammed’in gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak tatbik etmeli. Tüm Müslümanlar Hz. Muhammed’i örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli; İslamiyet’in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli. Zira ancak bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilirler.”
Ramazan aylarında Ata Kur’an-ı Kerim’den sureler okutur ve dinlerdi.En çok tatilin dini bayramlarda olmasını isterdi çünkü bu bayramlarda herkes rahatça dini inançlarını yapsın ve mutlu olsun isterdi.
Mustafa Kemal’e dinsiz diyenler Mustafa Kemal’in 7 şubat 1923 ‘ de Balıkesir’de Paşa Cami’sinde verdiği hutbeyi bilmezler ve hakkında atıp tutmaya hiç yorulmadan devam ederler.
Mustafa Kemal hayatı boyunca İslam ile değil , hurafeler ve cehaletle savaşmıştır.Din işlerini cahil insanların elinden almak istemiştir.
Ata’ya sırf alkol kullandığı için dinsiz , kafir gibi yakıştırmalarda bulunanlara da dinin kul ile Allah arasında olduğunu hatırlatmak istiyorum.Peygamber efendimiz kimin ne olduğunu bildiği halde hiçbir kimseye münafık bile dememişken bu sözde Müslümanlar aziz şehitlerimiz ile birlikte vatanı kurtarmak için canını defalarca ortaya koyan insana : Mustafa Kemal’e nasıl olurda dinsiz derler anlayamıyorum!
Özgür Virlan / FBKG