Geleceğin inşası, 2011 seçimleri ve MHP
Siyaset sahnesinde iktidar ve muhalefet arasında yer yer polemiğe varan bir üslup her zaman var olagelmiştir. İktidar her türlü etkinliğin hiç şüpheye gereksinim olmadan mükemmel işlediğine ilişkin geleneksel propaganda faaliyetini tereddütsüz, ironik ve ciddi bir oranda da kara propagandaya başvurarak dile getirirken, muhalefet de; iktidar partisinin yanlışlarına dikkat çeker ve bu sürecin önemli olduğu düşüncesi üzerinden iktidar erkinin sahasını daraltmış olduğu propaganda faaliyetine başvurur.
Bu durum Türk siyasi geleneğinde alışılagelmiş bir hali ifade eder. Ancak bu özellikle iktidar tarafından kara propagandaya dönüştürülmektedir. Kara propagandanın otoriter rejimlerde aldığı bu biçim yönetim anlayışının sonucu olarak görülebilir.
Lakin demokratik bir ülkede yürütme gücünü elinde bulunduran kişilerin aynı siyasal dil ile propaganda faaliyeti yürütmelerinin kabul edilmesi söz konusu olamaz. Çünkü bu yönetim biçiminin “siyasal ahlak” anlayışına uymaz. Bugünlerde ülkemizin siyasal dili yoğun olarak seçim tartışması üzerinden şekil almaktadır. Demokratik bir ülkede seçim kullanılacak oyun rengi konusunda hem iktidar hem de muhalefet partilerinin yoğun bir propaganda faaliyetine gireceği aşikârdır. Ancak bu faaliyetin belirli bir ahlaki zemin üzerinden yürütülmesi gerekir.
Maalesef programlar ve doktrinler siyasal düşünceler üzerinden yürüyen bir tartışma zemini kalmamıştır. .Bu sebeple liberal kapitalizmin ve onunla dolayımlanarak üretilen siyasal İslam’ın yarattığı ekonomik ve manevi tahribat entelektüel olarak irdelenememektedir. Sloganlar ve sığ bir politik tablo siyasal kamuoyunu meşgul etmektedir. Bu yolla zihinler idlal edilmektedir. Düzeni ve iktidarı tahkim etmek isteyen çevreler gerçek bir muhalefeti dillendirebilecek entellektüel birikime yaygın medyada asla ve kat’a yer vermemekte “horoz dövüşçücü kontenjanından” ayarttıkları zevatla tartışıp durmaktalar.
Siyasal iktidar kontrol ettiği medya gücünü, güvenlik bürokrasisini, en genel anlamıyla kamu gücünü kendisine oy devşirmek için büyük bir pervasızlıkla kullanmaktadır. Bu manada gelişmiş bir sivil toplum yapısı ve örgütlenmesine sahip olmayan ülkemiz “seçim demokrasisi” diyebileceğimiz biçimsel bir demokratik süreçte seçim sandığına gitmektedir. Sindirilmiş kitleler, devletin kamu gücünün ve kurumlarının “partinin ideolojik aygıtları” gibi kullanılmasıyla seçmen olarak iknaya zorlanmaktadır. Böylesi bir süreçte aydınlar ve milli güçler tek cephe olarak kendi sosyal alanlarını örgütleyerek kültürel ve siyasal bir mücadeleye yönelmek durumundadırlar. Bu manada milli eğilimli sivil toplum kuruluşlarının politik mücadelede paydaş olarak siyasal sürece dahil edilmesi büyük önem taşımaktadır.
MHP hedef kitlesine onların siyasi beklentilerine öncülük yapacağını, paylaşımcı bir dille kamu önünde kuvvetli bir biçimde dillendirmeye devam etmelidir. Bu noktada lider Devlet Bahçeli’nin kişisel çabaları da dikkat çekmektedir. Son dönemlerde lider Devlet Bahçeli’nin imajına dair medyada çeşitli haberler çıkmakta ve Sayın Devlet Bahçeli’nin, gülümseyen, espri yapan ve çeşitli kültürel, estetik beğeni farklılıklarını olumlayan bir tavra sahip olduğu ifade edilmektedir. Aslında bu Devlet Bey’in özgün halidir ve karakterinin temel bir parçasıdır. Onu, yakından tanıyan istisnasız herkes bu özelliklerini bilir ve bundan dolayı Devlet Bey’e derin bir muhabbet ve saygı duyar. Bütün bunlara paralel olarak medyada bu gözlemin olumlu bir hava yarattığı bir gerçektir ancak arzumuz Devlet Bey’in bu temel özelliklerinin anlamlı olduğu kadar, politikalarının da ne kadar anlamlı ve sağduyuya uygun olduğunun da medya tarafından bu şekilde algılanması ve sadece liderin hiddetlendiği anlar değil, konuşmasının anlam içeriğini oluşturan, sağduyuya, barışa, adalete yapılan vurgunun da aynı titizlikle toplumumuzla paylaşılmasıdır.
AKP ve KURUMSALLAŞMA
Değerler ve kutuplaşmalar üzerinden varlığını koruyabilen siyasal hareketlerin bir ülkede olması gerekeni yani kurumsallaşmayı sağlaması çok mümkün görünmemektedir. Tarihsel arka-planı oldukça geçmişe ulaşan laik, anti-laik çatışması maalesef bu ülke vatandaşlarının en büyük talihsizliği olmuştur. Bir tarafta laikliği laisizme çeviren ve bu coğrafyanın ruhuna uygun olmayan bir dil, tam karşısında varoluşunu öteki üzerine kurmuş ve laikliğe dair tartışmaları din üzerinden yürüten amaçları adına bir din dili geliştiren ama Kuran’i olmayan politik bir din algısı. İşte bu iki yönlü diyalektik çatışma aslında bir birinin varlık nedenidir de. Her iki dili de temsil eden siyasal hareketlere insanımız birçok defa şans tanımış ancak her fırsat bir başka çatışamaya dönüşmüştür.
Din ve inanç özgürlüğü, bilimsel alanın dinsel referanslarla, dinsel alanın bilimsel referanslara açıklanmaya girişilmediği bu anlamda kutsalın taciz edilmediği bir çerçevede en geniş katılımı sağlar ve meseleyi kökünden çözer. Böyle bir tartışmayı ve ufku işaret etmek Türk düşünce geleneğinin organik uzantısı olan Türk milliyetçilerine yakışır. Niçin sorusuna meşrebine göre din, felsefe veya sanat neden ve nasıl sorusuna bilimle cevap aramak yegane çıkış yolu ve Maveraünnehir düşünce geleneğinin tarihsel bir mirası olarak önümüzde durmaktadır.
Seçim sürecinde Akp aydınlar ve kültürel güç unsurlarını da kullanarak MHP’ye çok yönlü bir yıpratma kampanyasına, ideolojik mugalataya sarılacağı aşikardır. Bu amaçla yığınak yaptığı artık bellidir. Bu anlamda iktidarın milli cepheden devşirdiği polemikçilere karşı parti yönetimi, milliyetçiliği ve siyasal düşünceleri tarihsel, felsefi ve kurumsal düzlemde teorik olarak bilen bir ekiple karşı söylemleri ve analizleri üretmesi elzemdir.
Cemaatçi feodal İslam propagandasına karşı akademik İlahiyatla bir karşı cephe açılarak siyasal İslamcı söylem geçersiz hale getirilmelidir. Bunun için milli cephe yeterli donanım kadro ve birikime sahiptir.
İnsanımızın beklentisi, kurumsallaşmanın tesisi, adaletin tarafsız dağıtımı ve toplumda derin ayrılıklar haline getirilen sorunların çözümü yönündedir. İfade edilen bu arzular Başbakana bir güvene dönüşmüş ve toplumuz tarihimizde örneklerine az rastlanır bir oy oranıyla mevcut iktidarı yürütmenin başına taşımıştır. Bu iktidarın her ne kadar küresel güç merkezleriyle dirsek teması söz konusuysa da, oy bu toplumun iradesinin sonucudur. Zamanın çok hızlı aktığı iletişim çağında, iktidar bu oy oranını toplumun sorunları ve kendine yönelme nedenlerine orantılı olarak kullanmamıştır. Değerler üzerinden siyasete daha da hız kazandırmış, öteki algısını güçlendirmiş, kurumsallaşma yerine adamlık anlayışını daha da derin bir algıyla getirmiş ve Türkiye Cumhuriyetine yönetilecek değil, ele geçirilecek bir yapı olarak bakmıştır. Bu durumda toplumuzun asli gayeleri ve beklentileri ihmal edilmiş durumdadır. Bugün geline nokta adına en anlamlı ve sağduyuya uygun bir dil MHP Genel başkanı Syn:Dr. Devlet Bahçeli tarafından kullanılmaktadır. Sadece gerekli olan toplumun bu dili iktidara taşıması adına iradesinin MHP’den yana kullanmasını sağlamaktır.
MHP NE YAPMALI?
Siyasal konjöktürün iyice yozlaştığı bir sürecin arifesinde, Türkiye’nin siyasi sürecinin yanı sıra sosyal ve psikolojik dinamiklerini belirleyecek, insanların zihinlerinde yeni ve kalıcı izlerin harcını atacak ve aynı zamanda bölgesel rolünü de açıklığa kavuşturacak bir seçim dönemine gitmekteyiz. Dinsel siyasal dilin küresel dille tam bir mutabakat içerisinde olduğu ve kurgulanan düzenin temellerinin artık sağlama alındığı bugün, seçim sürecinden sonraki yarınlarda acı meyvelerini birer birer Türk milletinin önüne sermeye başlayacaktır. Bizi bu kanaate ulaştıran durum, elbette ki Türk siyasi yaşamının en çok dışa bağımlı ve dış güdümlü işlediği AKP iktidarı süreciyle ortaya çıkmaktadır.
Bir demokratik süreç olarak görülen seçim dönemi, her ne kadar bu minvalde algılansa da süreç, yine demokrasinin argümanları tarafından maniple edilmekte ve yönlendirilmektedir. Oy verme işlemini bireysel faaliyet olarak görmeyen iktidar, yığın psikolojisi mantığıyla millete yaklaşmakta ve Türkiye’nin hemen hemen her şehir ve hatta kasabasını farklı yığınlar olarak görüp, her bölgeye ayrı maniple argümanları geliştirmektedir. Bu noktada muhalefet olarak geliştirilmesi gereken en önemli argüman, hızlı ve değişken aktüalite içerisinde tabiri caizse satır aralarını, açık noktaları ortaya çıkarıp yoğun bir karşı duruş sergilenmelidir. Bedelli konusunda Sayın Arınç’ın oy avcılığı adına birkaç ay önce söyledikleriyle bugün nasıl çeliştiği ifade edilmelidir. Paralel olarak bölgede kendine biçilen rolü unutup NATO’nun Lübnan’da ne işi var diyen Başbakanın bir hafta sonra rolünü nasıl içselleştirdiği ortaya konulmalıdır. Sıfır sorun politikasını benimsediğini ifade eden Sayın Davutoğlu’nun bölgede ABD referanslarıyla yaşanan can kaybını bakılınca acaba bu bölgedeki devletler açısından da bizimle sıfır sorun anlamına gelip gelmediği sorulmalıdır.
MHP olarak bireysel haklar kavramından bakılan oy kullanma hakkı, Türkiye’nin içinde bulunduğu bölgesel ve tarihsel dinamikleri de göz önüne alarak yeni bir dil geliştirmelidir. Romantik vatanseverlik gelecek üzerine kurulacak zengin ve huzurlu bir hayatın kaynağı için kullanılmalıdır. Yeni dil kesinlikle ve kesinlikle bu toprakların yani Müslüman Türk’ün izlerini taşırken güdümsüz ve bağımsız geleceğin sinyali olmalıdır. Yerel doğu dili aktif kullanılırken, modernizme karşı duruş sergilenmemelidir. Şöyle ki doğu dilinin ortak noktası batıdaki insanın köklerini oluşturduğundan, batı insanının da günümüz rahatlığı teminat altına alındığı hissettirilmelidir.
Güncel siyaset- medya ilişkisi bugün artık tamamen gözler önündedir ki bu konuda medya, gerek genel başkan gerekse kurmayları tarafından her fırsatta aktif kullanılmalıdır. Yandaş medyanın manipleleriyle başa çıkılmayacağı fikri atılacak her golü baştan kabullenmektir. MHP ve Ülkü Ocaklarına mensup her birey gerekirse köy köy, mahalle mahalle, kahve kahve gezmeli ve insanımızın ayağına gitmelidir. Halkın içinde imajı bugün AKP tarafından nasıl aktif kullanılıyorsa, Ülkücü kadrolarda onların bu siyaset manevralarına karşılık içten ve samimi bir şekilde halka yaklaşmalıdır. Ancak unutulmamalıdır ki “temsil edemeyen tebliğ edemez” düsturu şart koşuldur ve her ülkücü bu bilince ulaştırılmalı, halkın dilini ve yaşantısını yansıtmalıdır.
MHP’sinin değer yargıları milli ve maneviyatçı gelenekten gelmektedir ve böylelikle de aynen temsil edilmeye devam etmelidir.
Ya adalet, liyakat ve onur
Ya yandaşlık, sadakat ve bağımlılık.
Ya üretim ve refah
Ya sadaka ve fukaralık.
Ya ABD uşaklığı ya da tam bağımsızlık.
SONUÇ
AKP’nin vasıta olarak kullandığı demokrasi silahının bu zihniyete dönme vakti gelmiştir. Bu bağlamda Haziran 2011 seçimleri Türk milleti için cumhuriyet tarihindeki herhangi bir seçim değildir. Ya Türk olarak yaşamaya devam ya da Türkiyelilik safsatasıyla başlayan ve ileriki onlu yıllarda erken dönem Anadolu uygarlıklarındaki kent devletlerinde olduğu gibi misak’ı milli sınırlarında kent soylu yeni devletçiklerin altyapısına başlangıç arasındaki tercih olacaktır.
Söz konusu tercih bununla sınırlı kalmayıp aynı zamanda üretime dayalı istihdamla gelişmenin ya da üretmeden tüketmeye ve küresel baronların sıcak parasının ikliminde asalaklığa alıştırılıp altımızın ılıtılmasının da tercihinin yapılacağı bir seçim olacaktır.
Fakat yüce Türk Milleti bu durumu fark etmiş ve bu zihniyet suçüstü yakalanmıştır. Zira Önsözü Lozan da Sonsözü Çanakkale’de söylenmiş bu ülkenin üzerinde kimlik tartışması ve sözümona küresel güç baronlarının taşeronluğuna soyunanların çıkardıkları gömleklerden sonra çıplak kaldıklarını Türk milleti görmüştür.
Sık sık gömlek ve kimlik değiştirmeye alışkın bu zihniyet Büyük Türk Milleti’nin ilelebet çıkarmamak üzere giydiği Türk kalmanın sembolü Ulus devletinin “ulus devlet” gömleğini çıkartamayacaktır..
Nazlıhilal bandralı “Ulus Devlet” “Türkiye Cumhuriyeti”, Uluslar arası karasularında bu bayrağı ve mevcut sistemi ile direksiyonuna geçecek olan ve belirleyeceği Türklüğün çağdaş yol haritasıyla Bilge Lider kaptan yönetiminde ilelebet payidar kalacaktır.