Biz geceyi bekleriz…
Oturup bir kır kahvesinde çay yudumlamamışların ahkâm kesişleriyle toz duman ortalık ve caddelerindeki kalabalıklara ‘cahil-cühela’ takımıymış edalarıyla bakan züppelerin ele geçirilmişliğinde ‘Atatürkçülük’! Ve hüsran ve kasvet çökmüşken memleketin üzerine; elitsel cümle kuruluşlarıyla ve bir de ‘bilmişlik’ edalarıyla konuşanlar yok mu? İşte bizim ‘sert’ çıkışlarımız ondandır! Ondandır bu derece kızgın oluşumuz!
Yoksa biz de; özlemin ılık esintisiyle girerken bahara, dingin bir yalnızlığın çığlığında uyuyakalmışım, sevgilinin kucağında… gibisinden nağmelerle patlatırdık edebiyatı ve bir de halkların kardeşliğinden dem vurup, ezilmişliğin yokluğunda erimiş insan taneleriyle bezenmiş; gece konan, gündüz solan hayatlardan çıkardık, vicdanlı gönüllerin uğrak yerlerine…
Ama ev ödevimiz memleket!
Ayakta durmak için yaslanmadık kahpeliğin duvarına; tek kişi kaldık, aç kaldık, yine de oturmadık kalabalık ihanet sofralarına. Ne gecenin sabaha olan özlemi yakalar bizi, ne de her yanı eğri develerin sözleri yaralar yüreğimizi. Özgün çıkışların ertesi, sararken sessizliğin çıtı geceyi; umursamazlığın kol gezdiği vakitler, bu vakitler ve uçurumun kenarında bekleyen halkım; çaresiz! Halkım, aç! Halkım yapayalnız! Ve ona bir şey vermemiş olanların vurdumduymazlığında devrilirken ‘memleket’; uyku mu uyuruz sanırsınız!
Biz geceyi bekleriz!
Gecenin karanlığı, gündüzün aydınlığına delalettir! ki yazgımızın cümle kuruluşlarını dökerken kağıda, dinginliğin ve de yalnızlığın verdiği haz; yaz babam yaz! Söyleyecek sözü olanların limanıdır, gece!
Balkondan geceyi seyrediyorum, gördüğüm ‘hiçbir şey’, her şeyin gölgesi gibi; olmayanın bıraktığı iz, olanın olmaması gibi! Karanlığın en büyük hasleti, aydınlığa karşı olan çaresizliğidir! Ben o yüzden; karanlıkta yazar, aydınlıkta okurum! Sevdamız dair ne varsa!
Biz gecede düş kurarız! Hayvan geceleyin çalar kapımızı, kalabalık tosunlar yığınıdır, badem bıyıklı zibidiler ve sorsan ‘Müslüman’(!) gibidirler! ‘Azıcık dokunsan’ bin yıllık haindirler! Ölüm gibi korkarlar ölümden! Ölüm bile yeter; dirim-dirim dirilirim, her kadın doğurur beni!..
Kadın gece gibidir! Gece aydınlığı doğurur, kadın; insanı! Kadını olmayan bir dava, yazısı olmayan deftere benzer! İşte ben bu yüzden bir geceye yangınım, bir de kadına! (Muazzez İlmiye Çığ gibilerdir, kadından kastımız!)
Ben hiçbir zaman cahilden korkmadım, benim en büyük korkum yarı cahillerdir. Cahile bir şey anlattığın zaman dinler, yarı cahil hiçbir şey dinlemez; her konuda fikri vardır, her konuda ahkâm keser, senin açığını kollar, yakaladı mı kusar kinini; aklınca alt etmiştir seni! Oysa ne zaman paklar bizi, ne de geride kalmış kırıntıları! Dümdüz bir yol değil ki bizimkisi, koşar adım yürüyelim, geçelim gelmişleri-geçmişleri! Bir yalnızlık türküsüdür hikâyemizin özeti; dövüle-dövüle, düşe-kalka ilerlediğimiz bu yol, sonumuzun başlangıcı, kimin umurunda!
Dinle, ey bilmişliğin sınırında yaşayanlar ortaklığı, ey sevdamızın dağarcığında sıkışıp kalmış ‘yarım porsiyon aydınlık’; biz canımızı serdik bu yola, ne bir korunmamız var, ne de korunmaya ihtiyacımız; bak işte apaçık ortadayken bedenimiz; ne şerefsizlerden bir korkumuz, ne de onlara yalvarmışlığımız var! Türk’ün adını silmeye çalışan ‘it’lerle dalaşmamız, ‘sol’ kültürden nasibini almamış davarlarla savaşmamızdan kolaydır! Üç kuruşluk cümleleriyle ahkâm kesen ‘salon’ Atatürkçü(!)leriyle didişmemiz boşuna mıdır sanırsın, çok aldanırsın dostum, çok! O ‘tatlı su’ Atatürkçü(!)lerinin davaya verdiği zararı anlatmadan, gidebileceğin bir yol yok, hala anlamaz mısın? Kemalizm; görece ile açıklanacak bir kavram değildir, ‘’ben öyle yorumluyorum’ gibisinden zırvalarla açıklanamaz! Okuduğun kitap, şarkılarını dinlediğin adam bile önemlidir! Elif bilmem kimi okurken, Atatürkçü olamazsın! Yani sen davanın karşısında duranlara para kazandırıyorsan, kalkıp bana ahkâm kesemezsin!
İşte tüm bunların farkına varmak için tek bir şeye ihtiyaç var: Bilinç! Yoksa yoldan geçen kimi çevirsen ‘Atatürkçüyüm’ der sana. İyi de bir tane militan göster bana! Bir tane Kemalist militan ismi ver bana! Yok! Niye? Çünkü koskoca Kemalizm’i, Atatürkçülük adı altında elitize ettiler de ondan! Biz bunları anlattıkça, bizi dövenler de onlardır! Onlardır; sahte dinciden tehlikeli olan, onlardır, adi işbirlikçiler ve onlardır; tam da devrim yapacakken, ‘’Ne şeriat, ne darbe’ diye böğürenler! Darbe dedikleri ‘devrim’dir, a benim saf kardeşim! Amerikancı darbelere alkış tutanlarla kol-kola girmişlikleri ondandır ve ondandır; her fırsatta halkı aşağılayışları! Y-CHP’de dolap çevirenlerde onlardır! Zavallı kıt akıllı bir kadın müsvettesini çakallara yem yapanlarda onlar!.. Mesela:
Halkçı(!) Kılıçdaroğlu, bedelli askerlik peşinde!
Laik(!) Kılıçdaroğlu, tarikatlara STK muamelesi çekmekte!
Devletçi(!) Kılıçdaroğlu, Tüsiad tarafından desteklenmekte!
Milliyetçi(!) Kılıçdaroğlu, Enver Aysever’le kol kola! Ben ona Aysel diyorum!
Devrimci(!) Kılıçdaroğlu, PKK’ya af peşinde!
Cumhuriyetçi(!) Kılıçdaroğlu, ağalık düzeniyle elele!
Ve şimdi biri çıkıp diyecek adım gibi biliyorum; ‘e peki kime oy verelim!’ Bana ne kardeşim, kime verirsen ver oyunu, sen yukarıda yazdıklarımın doğru mu, yanlış mı olduğuna bak önce! Bahçeli’yi saymıyorum bile, yargı sonucunu sabırla beklerken ses etmeyelim, uyanır bakarsın! Ülkücü hareketi din sarmalına sararken pek aceleciydi ya, neyse…
Yani kısaca demem o ki; biz doğruları yazdıkça ve yazarken içimizdeki hainlere dokundukça birileri rahatsız oluyor! Zaten bizim amacımız da o değil mi! Düşmanla her mevzide savaşırız, hiç sorun değil; önemli olan bizi arkadan vuracak olanları iyi bellemektir! Bunun için de, her ‘Atatürkçüyüm’ diyeni kendinden sanma, ‘tezgâh’ adamlarının davaya sızmasına izin verme!
Biz geceyi bekleriz…
Cem Yağcıoğlu
İLK KURŞUN