Mümtaz İdil komplocuya sahip çıktı!
Yazı uzun bir yazı olacak. Biliyorum, internet okurları uzun yazıdan hoşlanmıyor, ama bu yazı “yapısı” gereği uzun olmak zorunda. Bu yüzden, uzun yazılardan hoşlanmayanların hoşgörüsüne sığınıyorum.
Geçtiğimiz Eylül ayının herhangi bir gününde Çorum Haber gazetesi muhabiri, yakın dostum Tugay Afat aradı.
“Abi,” dedi. “İklim Kaleli diye bir bayan aradı. Telefonunu istedi vermedim, ama onun telefonunu aldım.”
Telefonu verdi. Ben de hiç beklemeden aradım. İklim hanım beni nasıl bulduğunu çabucak özetledi. Odatv’nin künyesinde adıma rastlamış, Odatv’yi aramış ama Barış Pehlivan da telefonumu vermemiş. Google’dan araştırmış. Çorum ile ilgimi de görünce, doğrudan Çorum Haber’i aramış. Tugay ile öyle tanışmışlar.
Ertesi gün, o sıralar sıklıkla gittiğim ANKA Ajansı’nda olacağımı söyledim ve saat 15 gibi de kendisini beklediğimi…
Tam saat 15’te geldi İklim Hanım. Bana “Odatv’de yazmak istiyorum,” dedi. Ben de para veremeyeceğimizi, ama yazmak isterse yazılarını görmem koşuluyla bunun mümkün olabileceğini söyledim.
“35 yıl İstanbul’da yaşadıktan sonra 2 yıl önce Ankara’ya taşındım. Ankara’da fazla arkadaşım yok, hiçbir yeri de bilmiyorum.” dedi ve gazetecilik geçmişini, önüme bir biyografisini koyarak anlattı.
Anımsadığım kadarıyla Bugün, Günaydın, Güneş, Sabah gazetelerinde çalışmıştı ve belediye başkanlarından birinin de basın müşavirliğini yapmıştı.
Beni gazetecilik geçmişinden çok yazdıkları ilgilendiriyordu. Üç tane sevdiği, üç tane sevmediği yazıyı bana göndermesini söyledim.
İklim Kaleli, İklim Bayraktar imzasıyla hemen o akşam 7-8 daha önce yayımlanmış yazı geçti. Biri hariç, diğerleri Odatv için uygun olmayan yazılardı. Daha çok bireysel gözlemleri içeriyordu. Kendisine bir iletiyle bunu bildirdim.
Ardından hastalandım. Bir hafta ortalıkta gözükmedim.
Bir hafta kadar sonra biraz toparlamanın ardından telefon ettim. Aramızda, hala da süren bir mail trafiği başladı. MSN üzerinden yazışıyor ve haber ve yazı konusunu paylaşıyorduk.
İlk haberi Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun SBS sınavları ile ilgili “kaçamak duyurusu” ile ilgiliydi. Çok da ilgi gördü ve İklim Bayraktar Odatv’de yazmaya başladı. Bazı yazıları aşırı “yorum” içerdiğinden girmiyordu, ama çoğunlukla birlikte üzerinde çalıştığımız haberler ve yazılar giderek artan bir hızla Odatv sayfalarında yer almaya başlamıştı.
Aynı dönem içinde Öykü Yılmaz, Yaşar Seyman, Ahmet Müfit, Sinan Ergün gibi arkadaşlarla da yazı bağlamında sıklıkla görüşüyordum, ama en çok görüştüğüm İklim Bayraktar’dı.
Bunun temel nedeni ise İklim hanımın gazetecilik isteği ve girişkenliğiydi.
Birçok dostumla tanıştırdım. Herkese kendini sevdirdi. Gözaltına alındığı gün Fazıl Say ile randevusu vardı, eminim iyi bir röportaja imza atacaktı.
Aslında kimle tanışsa, çabucak kaynaşıyor ve “sınırlarını” koruyarak samimi olabiliyordu.
Kurtan Fişek ve Faruk Bildirici ile de tanışmıştı. Bir rastlantı sonucu Bilkent dolaylarında kahve içerken rastlaşmıştık. Her hafta bir kaç haber takip ediyor, canla başla çalışıyordu
Benden yirmi yaş küçüktür İklim Bayraktar.
Yanımda tüm canlılığı ve isteğiyle dolaştıkça beni de aktif gazetecilik konusunda heveslendiriyordu.
Birlikte haberler de yapmaya başlamıştık. Ben daha çok düzeltmeleri ile ilgileniyordum yazdığı haberlerin. Giderek daha çok yazmaya, sayfada haberleri daha çok görünmeye başladı. Kısa sürede en yakın çalışma arkadaşım oldu. Hiçbir haber veya yazı için itiraz etmedi. Tüm yazdıkları benim kontrolümden geçtikten sonra Odatv İstanbul merkeze ulaştı.
Artık ben onun “Mümtaz ağabeyi” idim, o da benim için “İklim”di…
Bu dostluk ve birlikte çalışma Ocak ayı sonuna kadar sürdü. Sonra benim hastalığım ve İklim’in bazı sıkıntıları sebebiyle görüşemez olduk… Soner Yalçın, Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu Silivri’ye götürülünceye kadar…
Ne olduysa bu 1 ayı aşkın görüşemediğimiz süre içinde olmuştu işte.
Tüm gelişmelerden, olaylardan, randevulardan habersizdim. Hastalığım yine “depreşmişti” ve Odatv’den ciddi anlamda uzaklaşmıştım.
İklim Bayraktar bana Muharrem İnce olayını telefonda anlatmıştı, ama ne Kılıçdaroğlu’na, ne Baykal’a ne de Gürsel Tekin’e gittiğinden haberim olmamıştı.
Bu arada Soner Yalçın, Doğan Yurdakul ve eşi ile birlikte yemek yediklerini de ancak Soner Yalçın tutuklandıktan sonra öğrendim.
İstanbul ile benden bağımsız görüştüğünü, Hakan Aygün’ü tanıdığını, Doğan Yurdakul ve avukatlar ile görüştüğü vb… Daha da sonra öğrendim.
Üzerinde de durmadım. Yemek olayına kırılmıştım gerçi, ama sonuçta bu bir tercihti. Hatta Ankara Temsilciliği görevini bırakmayı bile düşündüm.
Oraya varmaya fırsat da olmadı zaten.
3 Mart Perşembe günü de gözaltına alındım.
Şimdi geriye baktığımda, son iki ay içinde olanları bir yere konduramıyor, anlamlandıramıyorum. Bildiğim tek şey, İklim Bayraktar’ın evine bağlı, özverili bir insan olduğu.
Bir komplo içinde olduğuna hiç inanmadım. Görüşmediğim zamanlarda başına gelenleri ise hep sonradan, şaşkınlıkla öğrendim. Benim için İklim Bayraktar, gazeteciliği çok seven ve bunun için de dur durak bilmeden çalışmaya hazır biriydi.
Başından geçenleri elbette bilmiyorum. Nedir, nasıldır haberim de olmadı; ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, Odatv’de yazmaya başlaması onu hayata yeniden bağlamıştı.
Şimdi ise karalara bürünmüş ve haksız yere suçlandığını düşünen bir kimliğe büründü. Sadece gazeteciliğe değil, çevresine de küstü.
Medya, neyin doğru olduğunu bilmeden, doğrudan infaz yolunu seçti. Soner Yalçın tarafından görevlendirildiği bile konuşuldu. İnsafa sığmayan bir yaklaşımdı bu. Soner Yalçın’ın böyle bir “görevlendirme” yapmayacağına ilişkin onlarca neden ortadayken üstelik.
Hiç kimse, kendi çatısının neden başına yıkıldığını sorgulamadı, soruları kendine yönlendirmedi, “bu nasıl oldu,” diye sormadı.
Bütün Odatv okurlarına şunu söylemeyi borç bilirim: Benim tanıdığım İklim Bayraktar yukarıda anlattığım kişidir. Anlattıklarımda ne bir abartı vardır, ne bir kayırma ne de bir karalama.
Olan tam da budur.
Ünlü Rus yazarı Griboyedov’un bir sözü vardır: “Herkes tarafından sevildiğin gün, yandığın gündür,” diye.
Bunun tersi de söylenebilir elbette…
Mümtaz İdil
Odatv.com