Yok böyle dans! (Fetoş ile Apoş)
Dans, insanlıkla neredeyse aynı tarihe sahiptir… Ben en çok “eşli” olanını severim; o anlarda sanki dansın ruhunu daha güçlü yaşarım…
Türü ne olursa olsun, eşli danslarda dikkat edilmesi zorunlu bazı noktalar vardır:
Eşinle uyum içinde olacaksın… Bir yandan müziğin ritmini, bir yandan da eşinin hareketlerini izleyeceksin… Eğer eşin bunlardan birini kaçırırsa, yeniden yakalaması için sen de en az onun kadar çaba göstereceksin…
Tarih sahnesinde bugüne kadar izlediğim en rezil eşli dans ise, Fetoş ile Apoş’un dansıdır… Yukarıda saydığım ölçütleri göz önüne aldığınızda; dans tekniği açısından mükemmel, danstaki tema itibarıyla da kepazedir. Bu mükemmeliyet ile kepazeliği bir araya getirebilmek de, büyük bir “eğitimli” cehalet gerektirdiği için, ayrıca takdire değerdir.
Fetoş ile Apoş’un danslarını izlerken, birbirlerine tutku dolu bakışlarını görünce, hani neredeyse sevişmelerine ramak kaldığını hissedersin. Hissetmekle de kalmaz, bundan tedirgin olursun… Ya emperyalizme bir gayrı meşru çocuk daha peydahlanırsa diye!
Bu dans işte böylesine başarılı, başarılı olduğu kadar da tehlikelidir…
Apoş bir adım atarsa Fetoş’a doğru, Fetoş da adımını geri çeker hemen; yani dans diliyle söyleyecek olursak, Apoş’u “buyur” eder… Fetoş belini kavrarsa Apoş’un, Apoş da onu kendine çeker; yani yine dans diliyle söyleyecek olursak, “Ben seninsem, sen de benimsin!” der…
Bu kepaze dansı daha önce izlemiş olan toprakların çocuğuyum; o yüzden iyi bilirim, bugün neden Fetoş ile Apoş’un gözü dönmüş bir azgınlıkla dans ettiğini…
Şeyh Sait’i bilen, onun eniklerini de kolayca anlar çünkü.
13 Şubat 1925 günü ayaklanan bu Şeyh Sait’i, tasmasını teslim ettiği İngilizden dinleyelim önce… Askeri Ateşe Binbaşı Harenc’in o günlerde yazdığı rapor:
“Şeyh Sait Ayaklanması, dinci, milliyetçi ve cumhuriyet karşıtıdır. Bu etkenlerden hangisinin sonucu etkileyeceği şimdiden kestirilemez. Şu anda Halep’te yaşayan Abdülhamit’in oğullarından Selim Efendi’nin Kürtler tarafından ayaklanmanın başı olarak ya da gelecekteki Kürdistan’ın kralı olarak kabul edildiği söyleniyor.”
Oysa, Şeyh Sait ayaklanırken ne diyordu?
“Halifelik kaldırılmıştır. Oysa zamanın imamına bağlanmadan ölen Müslümanlar, peygamberin koruyuculuğundan yoksun kalırlar. Dinin dünya işlerinden ayrılması doğru değildir.”
Peki hangisi? İslamcılık mı, Kürtçülük mü?
Ya da, Uğur Mumcu’nun adını koyduğu gibi, her ikisi birden mi?
Evet, her ikisi birden… Yani Kürt-İslam İdeolojisi!…
Bu iki kollu şifreyi bugün çözense, sözde ideolojinin sözde “Kürt” ayağı Apoş ile sözde “İslam” ayağı Fetoş olmuştur.
Birinin cezaevinden, diğerininse çiftlikten, birbirlerine sürekli gülücükler göndermesinin nedeni de budur.
Fetoş’un çocukları doğu illerindeki mitinglerde Kürtçe konuşurken, aynı yerlerde Apoş’un çocuklarının kürsüden sarıklı hocalarla Kuran’ı göstermesinin nedeni de budur. Birbirleriyle “Kürt-İslam İdeolojisi” konusunda sidik yarışına girmişlerdir; “Kim daha uzağa işeyecek?”, “O topraklara adını kim çişiyle daha önce yazacak?” yarışıdır bu… Sonuçta, aptalcadır ve cahil cesareti gerektirir; ama bu oyun arkadaşlığında da her daim sarmaş dolaştırlar…
O coğrafyada ne tek başına Kürtçülük, ne de tek başına İslamcılık söker… Çözüm, yani Türkiye’nin oradan çözülmeye başlanması, bu ikisinin bir araya getirilmesiyle mümkündür…
“Diyarbakır’da Son Tango” adlı bu filmde, Apoş ile Fetoş’un bu rezil dansıyla yer almasının başka bir açıklaması da yoktur.
Bu dansa başka bir açıdan daha bakalım:
Bugün okullarda okutulan tarih dersi kitaplarında, özenle bir konu üzerinde pek durulmadığını görüyoruz. Kuvayı Milliye’nin yaklaşık bir yıl boyunca boğuştuğu Kuvayı İnzibatiye konusudur bu… Yani “Hilafet Ordusu”…
1925’teki Şeyh Sait Ayaklanması’na silah gönderecek kadar işi azıtan İngiltere, 1919’da da bu Kuvayı İnzibatiye’nin kurulması için çırpınıp durmuştu. Satılık Vahdettin ile Damat Ferit’i satın almaktan kolay ne varmış sanki? Bastırırsın parayı, satın alırsın, bu kadar kolay… Öyle de oldu; Mustafa Kemal’in yiğitler yiğidi Kuvayı Milliye’sine karşı, satılmışlar ordusu Kuvayı İnzibatiye’yi kurdular.
Anadolu’nun tüm yüce kadınları ve erkekleri sırtlarında mermi sandıklarıyla ve kırık tüfeklerle yollara düşmüşken, onların üzerine Hilafet Ordusu’nun maaşlı ve ağzı salyalı köpekleri salınmadı mı?
Evet…
Kemalistler, işgalcilerle savaşmak yerine, önce işbirlikçilerle savaşmak zorunda kalmadı mı?
Evet…
Bugün Kuvayı Milliye ruhunu taşıyan ve “Tam bağımsız Türkiye!” sloganları atan gençlerimize biber gazı sıkanların ve onları coplarla dövenlerin Kuvayı İnzibatiye olduğunu söylersek yanlış mı olur?
Hayır…
Uğur Mumcu’ların peşlerine “sivil”lerini takıp onları adım adım izleten bu Kuvayı İnzibatiye, nedense onlar öldürülürken ortada yoktur… Onlar yazarken vardır, konuşurken vardır, yanlarından ayrılmazlar, arkalarından sırıtırlar; ama paramparça edilirken yokturlar…
Neden?
Kuvayı İnzibatiye’dir çünkü; o yüzden Kuvayı Milliye’ye diş bilemektedir…
Hatırlayınız lütfen:
Hizbullah militanları serbest bırakıldığında, karakola gidip imza atmaları gerekiyordu; ama hiçbiri gitmedi… Sonra adreslerini bastılar… Aaa, o da ne? Evde yoklar… Bak, şu Allah’ın işine?
Nerede Kuvayı İnzibatiye’nin Uğur Mumcu’ları adım adım izleyen “sivil”leri?
Sözkonusu Hizbullah olunca, onları izlemek yerine, odalarında “sivil”ce patlatır hepsi!
“Son halife” ilan edilmeye hazırlanan Fetoş’un, çiftliğinden getirilip Humeyni gibi uçaktan indirilerek görkemli törenlerle karşılanması yakındır. İşte o yüzden “son halife” için yıllarca süren bir çabayla bu “Hilafet Ordusu” yaratılmıştır.
Kuvayı Milliye’den yana tavır alanları Silivri’ye koyan da aynı Kuvayı İnzibatiye’dir; Kemalistleri döven de, saçlarından çekip sürüyen de aynı sürüdür…
Fetoş ile Apoş’un yaptıkları bu roman dansında, “dokuz sekizlik” bir Kürdistan eyaleti için ortam hazırlanmakta, alan açılmaktadır. Bugün Türk ordusunun tıpkı Mondros’taki gibi terhis edilmesi, onun karşısına “süper güç” destekli bir silahlı gücün yaratılması da bundandır… Bu silahlı güç, ayılana “gazoz”, bayılana “limon” vermek yerine, bir cop, bir cop daha indirecektir. Ondan sonra oh yandan yandan, tekmelemeye devam edecektir. Bunların orantılı emperyalist gücü budur. A be ondan sonra ne olacak sanırsın? Fetoş ile Apoş’un yıllardır cilveleşmelerinin bir sonucu olarak, başa bela bir Kürdistan yaratılacaktır.
Yani emperyalizmin veled-i zinası!
Bakın sözü nereye getireceğim şimdi…
Son zamanlardaki en büyük “çatışma” nerede yaşandı?
Bir futbol stadyumunda…
Birkaç dakikalık ıslıklanmadan bu kadar korkmak da ancak bir faşiste yakışırdı. Ne yapacaklarını şaşırdılar, Kuvayı İnzibatiye’nin tüm birimlerini harekete geçirdiler…
Hani çimadamlar vardır; kafasına su döktükçe, bir başka deyişle beyni sulandıkça, çim çıkar başında. Eğer sen hem çimadam hem de ucubeysen, kafanda yeşillenen bu çimi, futbol sahası sanırsın; o zaman zerre beynin olmadığı kafatasının üzerinde oynanan bu maçlara da kızmayacaksın ama!… Hele bir de baş-ucubeysen, başucunda duran beylerle verdiğin bu gerici mücadelenin beyhude olduğunu en başta yine senin görmen gerekir.
Ha, görmüyor musun? Gösterirler o zaman…
Bizim tiyatroda kullandığımız bir terim vardır:
“Deus Ex Machina”
Yani, “Makineden Çıkan Tanrı”…
Bir oyunda, karakterler arasındaki çatışmanın zirveye ulaştığı zaman, sahneye kurulan bir düzenekle, sahneye bir “tanrı” indirilir ve o “tanrı” o çatışmayı anında çözer… Tanrıdır ya, hiç kimse ses çıkaramaz, herkes onun dediklerini kabullenir, çatışma da “tatlılıkla” çözülmüş olur…
Antik tiyatroda o düzeneğe “makine” dendiği için, sahneye inene de “makineden çıkan tanrı” denir…
Çatışıyormuş gibi görünen liboşundan Kürtçüsüne, Kürtçüsünden İslamcısına, hepsi aslında aynı oyunda oynamakta… Karakterleri de aynıdır; azılı Kemalizm düşmanlarıdır hepsi!… Gözümüzün içine baka baka “çatışma” izlenimi vermekteler… Oysa bu tamamen önce Fetoş’un, sonra da Apoş’un “makineden çıkan tanrı” olabilmeleri için kurulan uydurma bir sahnedir… O “arena”ya çıkarılacak aslanlar, kuliste şu an “ılımlı” makyajlarını yaptırıyorlar… Bu makyajda, “allık” olarak da, şehitlerimizin kurutulmuş kanlarını sürüyorlar yüzlerine…
Bir tiyatrocu gözüyle gördüklerim budur…
Ama durun, gördüğüm bir şey daha var:
Kuvayı Milliye’nin başındaki kalpağı, elbette Kuvayı İnzibatiye’nin başındaki kaypağı yenecektir!
Çünkü bugün “Fetoş ile Apoş” alçaklığın kitabını yeniden yazmaya karar vermiştir…
Şunu unutmasınlar:
Onlar eğer 1919’daki gibi alçaklığın kitabını yeniden yazmaya kalkarsa, Kemalistler de çıkar, “Nutuk”u yeniden yazar!
Sahi neydi ilk cümle?
“1919 yılı Mayıs’ının 19. günü Samsun’a çıktım.”
Sırf şu sözüne bile kurban olurum ben senin!
UTKU ERİŞİK/Tiyatro Oyuncusu – Yazar-utku@tiyatrobirileri.com
İLK KURŞUN