Devrim kanunları ışığımız olmalıdır
ABD ve Avrupa hayranlığı üstümüze başımıza sinmiş durumda. Biz kimiz, nereden geldik, nereye gideriz, tarihimizde neler yaşanmış, bugün elimizdeki değerleri neleri feda ederek kazanmışız? Bu soruların sayısı arttırılabilir. Ama yanıtlar nettir, anlaşılırdır. Unutmayalım ki o hayran olup, gidip oralarda yaşamak için can attığımız, özenerek baktığımız ABD ve Avrupa, tarihin tozlu sayfalarından emperyalist gözlüklerini takmış ve atlarının nallarıyla topraklarımızı dört nala çiğnerken bakıyorlar hâlâ, unutmayalım! Hep merak etmişimdir, insan niçin kendini değil de her zaman karşısındakini, beğenmiştir? Kendi değerlerini, güzelliklerini küçümsemiştir de, elin küflü ekmeği bal börek gelmiştir diye? Caddeler ve sokaklarda yürürken sinirleniyorum adım başı tabelâları gördükçe “Hair Designer”, “Pet Shop” vs. Gençlere kulak kabartıyorum, yarı yabancı kelimelerle anlaşılmaz bir iletişim dili kullanıyorlar aralarında, hırsımdan çatlıyorum. Yazı dili derseniz farkı yok, v harfi bir anda w oluvermiş, dil bilgisi deseniz bihaberiz. Nereye baksam, neyin ucundan tutsam bir yabancı hayranlığı bulaşıyor üstüme başıma…
İnsan ilişkilerine bakıyorum bir bireycilik, bir çıkarcılık, bir fitne-fesatlık, bir adam sendecilik almış başını gidiyor. Babanın oğula, evladın anaya hayrı çok azalmış. Komşu komşunun külüne muhtaç olmamayı öğrenmiş. İnsanlar sokak ortasında dayak yiyor, kimse dönüp bakmıyor, insanlar tehdit ediliyor, aile içi denilrek hafife alınıyor, sonunda tehdit edilen öldürülene kadar sürüyor bu hafife alma, bu boşluk. Kimse kimsenin tavuğuna “kışt” demiyor! “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!” “Gemisini kurtaran kaptan!” anlayacağınız. Her birimiz kapılmış gidiyoruz bahtımızın rüzgarına, tıpkı rüzgarda savrulan başı boş, yönü belli olmayan yapraklar gibi… Oysa toprak, üstünde yaşayan varsa anlam kazanıyor, ancak o zaman bir adı oluyor. Adı olan toprakta yaşayan insanlar ortak dertlere sahiplerse, acıları ve sevinçleri ortaksa bir şeyler paylaşmışlar ve paylaşıyorlar demektir, bunun adı da tarih oluyor, Bunları paylaşan insan topluluğuna bir ad konuyor, onun adı da millet oluyor, o millet bir yere ait olmak istiyor, o yerin adı vatan, vatanı da başkalarına, dış güçlere karşı var eden, kabul ettiren şey, bayrak, özgürlük ve bunları koruyan, kollayan, sahip çıkan, sürdüren olgunun adı da devlet oluyor…
Bizim adımız ne peki tüm bunlara baktığımızda? Türk milleti! Nerede yaşıyoruz biz? Türkiye Cumhuriyeti Devletinde! Bu çerçevede baktığımızda Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan insanlara Türk milleti deniyor. O milletin de bağımsızlığını kurmak için savaştığı ve başardığı şartlar ve var oluş yasaları var. Devrim kanunları da denen bu yasaların önemli olan üçünün, yani 3 Mart 1924’te Meclis’te hilafetin, şeriye ve evkaf vekaletinin kaldırılması ve öğretimin birleştirilmesi yasalarının uygulamaya konmasıyla ülkemiz laik, demokratik, sosyal ve hukuki hakları savunan ve uygulayan ve cumhuriyetle yönetilen bir ülke oluyor. Bu devrim yasaları ne kazandırmıştır bizlere? Eğitimde birliği, bilimselliği ve akılcılığı, yönetimde din devleti yerine cumhuriyeti ve laikliği getirmiştir. Türk milletinin gelişme ve ilerlemesindeki en önemli engeller bu yasalarla aşılmış ve ardından çıkarılan birçok yasayla da medeni, ilerici ve yenilikçi bir toplumun ilk adımları atılmıştır. Milletin her bir ferdi için birey olarak kabullenilme kapısı açılmış, seçme-seçilme hakkı, yurttaşlık hak ve görevleri belirlenmiştir. Gerçek aydınlanma devriminin temel yasaları olan padişahlığa karşı cumhuriyet, şeraite karşı laiklik, ümmetçiliğe karşı ulusçuluk gerçekleştirilmiş ve kazanımlar hızla artmaya başlamıştır. Burada rahatsız eden nedir peki?
Öyle ya, nedir de biz bu kazanımların üzerinin çizilmeye çalışılmasına, başkalarının gelip de üzerimizde söz sahibi olma hevesine ses çıkarmadık, çıkarmıyoruz? Aydınlanıyor olmanın, bilgi ile donanmanın, yaşama daha bir bilen gözlerle bakmanın, insani değerlere sahip olmanın, insanları hiçbir şekilde ırk, din ve dillerine göre ayırmamayı ilke edinmenin, eşitliği savunmanın, Orta Çağ’ın karanlıklarından akıl ve bilimle çıkmanın neresi kötü veya zararlı? Değil elbette.
Bu noktada hepimizin bilmesi gereken şudur basitçe: Dünyada ülkeler arası ticari, siyasi, askeri vs. ilişkiler vardır, her ülke gelişmek, büyümek ve hükmetmek ister, dolayısıyla da başka ülkeler üzerinde güç odağı olarak varlığını sürdürmenin yollarını arar. Bunu borçlandırarak yapar, yardım adı altında yapar, etnik, kültürel ve manevi değerlerin üzerinden ayrıştırmaya çalışarak yapar, yapar da yapar. Geri kalmış ülkelerin en büyük çıkmazı olan işsizlik, yoksulluk ve kaynak yetersizliği işte bu ülkelerde anlam ve yer bulur.
Her zaman üzerine basa basa vurguladığımız, önemsediğimiz, olmazsa olmaz olduklarının bilincinde olduğumuz ve milletçe üzerinde durarak koruyup kollamamız gereken devrim yasaları ve onların bütünleyici ilkeleri dediğimiz milli egemenlik, bağımsızlık, birlik ve beraberlik, barış, çağdaşlaşma, bilimsellik ve akılcılık ile insan ve insan sevgisiyle ilgili farkındalığın artması varlığımızı ve bağımsızlığımızı korumak adına şarttır. Altı ok, Atatürk ilkeleri olarak dilimizde. Ancak içlerini doldurabiliyor muyuz, anlam ve işlevlerinden haberdar mıyız, toplumsal hayattaki yansımasına baktığımızda bu ilkeler ne boyutta işlev görüyor ya da görüyor mu, aktif olarak uygulanıyor mu? Bizler yurttaş olarak bu ilkelerin ne kadar farkındayız ve neresinde duruyoruz? Bugüne bakıldığında çok da yakınında durduğumuz söylenemez. Kültür yozlaşmasının, sadaka kültürünün, bireyciliğin ve kapitalizmin egemenliğini büyük ölçüde sürdürdüğü günümüz Türkiyesinde şunu da unutmamak gerekir ki, kendi varlıklarına sahip çıkamayanlar şu veya bu şekilde yem olmaktan kurtulamazlar. Atatürk, “Devrimin amacını kavramış olanlar sürekli olarak onu koruma gücüne sahip olacaklardır.”derken milli ve manevi değerlerimizin önemi ve korunmasına vurgu yapmıştır.
Ancak ve ancak bu ilkelerin temel dayanak noktası olan anlayışlarda insan yığınları ete-kemiğe bürünerek kimlik kazanırlar. Şu soruyu soralım artık ne olur! Biz kimiz? Bizim manevi ve milli değerlerimiz nelerdir, onlar olmasaydı bizler nerede olurduk ya da olur muyduk? O çok özendiğimiz, yıllardır Avrupa Avrupa diye peşinde koştuklarımız, ABD “özgürlükler ülkesi” diye yutturulan koca aldatmacayı görelim artık! Dünyanın hakimi olduğunu zannedenlere tarihte verilen dersleri hatırlayalım ve silkinip kendimize gelelim artık. Bizim bizden başka dostumuz yok ve olmayacak! Sahip olduğumuz değerler ve güç azımsanmayacak kadar büyük! Tek eksiğimiz, devrim kanunlarının yaşadığımız şu emperyalist düzende ayrımına varmak ve onlara sımsıkı sarılarak yaşama geçirmek! Tıpkı, Cumhuriyetin ilk on beş yılındaki gibi atağa kalkarak, depara kalkarak topyekün ekonomik, toplumsal ve siyasi kalkınmayı başarmak!..
Canan Arslan / FBKG