Tayyip Erdoğan’ın “İzmir’i fethetme planı” bu mu? – Yeni CHP’den oscarlık “Ergenekon” oyunları
Yeni CHP’nin “her tarladan bir tezek” politikası, Silivri tutuklularının Haziran seçimlerinde milletvekili adayı yapılmama-yapılamamasıyla iyiden iyiye gülünç bir hal aldı.
Düşünün, Tuncay Özkan ve Mustafa Balbay’ın aday gösterilmesini Parti Meclisi’nde, Birinci “Ergenekon” davasının ilk günü duruşmaya gelip “Bölge adına müdahil olmak istiyorum” diyen Sezgin Tanrıkulu’na oylattılar….
Mahkemeden müdahillik talebinde bulunmuş olan Tanrıkulu, doğal olarak böyle bir örgütün “varlığına” baştan inanmaktaydı. Yine de lütfedip nezaket gösterdi ve “Ergenekon kanlı bir terör örgütüdür, bu örgütün mensuplarını CHP listesinden nasıl aday göstermeye kalkışırsınız?” demek yerine-ki CHP Parti Meclisi’nde bu sözlerin söyleneceği günler de yakındır- olaya farklı yaklaşarak, “Böyle bir adaylık seçimde AKP’nin eline koz verir” gerekçesini öne sürdü.
Gerekçe, şık olduğu kadar akıllıcaydı da..Zira bu yaklaşım, Cumhuriyetçi-Ulusalcı-Kemalist kesimde de yer yer kabul görmekte, hatta İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek gibi kimi tutuklular, Silivri’den bu şekilde çıkmayı reddetmekteydiler. Fakat kaderin cilvesine bakınız ki üzerinde titizlikle düşünülmesi gereken bu mantıklı öneriyi dile getirmek, Ergenekon davalarına müdahil olmak isteyen Sezgin Tanrıkulu’na kaldı…
Deniz Baykal genel başkanken, genel başkana ters düşüp de liste dışı kalmak gibi bir hataya düşmemek için neredeyse Silivri’de mesai yapmaya başlayan milletvekillerinin toplantıda ne söylediklerini bilmiyoruz. Herhalde akıllarından geçenin Tanrıkulu tarafından dile getirilmesi işlerine gelmiş, bu belayı böylece savuşturdukları için rahatlamışlardır.
Konuyu Parti Meclisi’ne taşıma misyonunu üstlenmiş olan Süheyl Batum’a gelince..O da kendince kurnaz bir siyasetçilik yoluna başvurdu; ne de olsa halkımız bu dilden anlıyordu. Silivri tutuklularının aday yapılmasını isteyen tabanın arzusu görmezden gelinmemiş oldu. Önerinin Parti Meclisi’nde kabul görmeyeceğini Süheyl Batum da aslında çok iyi biliyordu ama konuyu gündeme getirmiş gibi yapmış olmak da gerekiyordu. Güzel bir işbölümü yapıldı ve Süheyl’in attığı pası zarif bir kafa çıkışıyla karşılayan Sezgin topu ağlara taktı. Süheyl Bey şu an “vicdanı rahat bir biçimde” Aslı Aytdıntaşbaş’a “Ergenekon’u bırakalım, Anayasa’ya bakalım” demeçleri veriyor. Allah muhabbetlerini arttırsın!
“Genel Başkan’ın, yani Gandi Kemal’in tavrı ne oldu?” diye soracak olursak, işte orası tam bir çorba..Aslında, Ergenekon sanıklarının aday gösterilmesi konusunda yaşanan tartışmalar, Kemal Kılıçdaroğlu’nun “liderlik” tarzını, hatta çapını ortaya koyan yeni bir örnek oldu.
Kemal Bey, bilindiği gibi baştan itibaren bu konuya pek de soğuk bakmadı; sorulara yeşil ışık yakan cevaplar verdi. En son Aralık ayı başında Bursalı gazeteci Yusuf Kotaman kendisine açıkça sordu. Kılıçdaroğlu’nun yanıtı yine yeşil ışıklıydı:
“Olumsuz olsaydı, hemen hayır derdim…”
Oysa hiç de söylediği kadar net bir politikacı değildi Kemal Bey, şark usûlü kıvırmaları doğrusu iyi başarıyor, partiye doluşturduğu her soydan-her boydan insanlar arasında kıvrak danslar yapıyordu. O şartlarda Ergenekon sanıklarının milletvekili adayı yapılması fikrine set çekmek belli ki partinin halen omurgasını oluşturan Atatürkçüleri küstürmek anlamına geliyordu. Koy Sezgin Tanrıkulu’nu parti yönetimine o söylesin, değil mi? Böylece sen de “parti içi dengelere” müdahale etmeyen, “başarılı” bir lider olmuş olursun…
(Kılıçdaroğlu’nun siyaset tarzının Abdullah Gül ile çok uyumlu olduğunu daha önce yazmıştık. Sadece Abdullah Gül ile değil, Hilmi Özkök’le de son derece senkronize…”Var da diyemem, yok da diyemem..Kasaptaki ete soğan doğramam”…)
Veya Kemal Kılıçdaroğlu, Tuncay Özkan ve Mustafa Balbay’ın aday yapılmasına başta olumlu bakıyordu fakat ne olduysa oldu, partide bir takım rüzgârlar esmeye başladı ve Gandi Kemal de yana çekilmek zorunda kaldı; olamaz mı?…
Olur, her şey olur…
Bu durumda biz, Kemal Kılıçdaroğlu’nun kulağına birilerinin taa Deniz Baykal düşürüldüğünden beri bir şeyler fısıldayıp durduğuna, onun da bu “fısıldayıcıların” istekleri doğrultusunda hareket ettiğine, yani iplerinin görünmez birilerinin elinde olduğuna inanmaya başlayalım mı?
Kılıçdaroğlu’na fısıldayanlar her kimlerse, aynı güçler olması çok muhtemel bu kadrolar,Tayyip Erdoğan’a bile daha fazla kişisel inisiyatif hakkı tanıyor. Kemal Bey hiç değilse bu durumu kıskanmalıdır…
Tayyip Erdoğan olsa ne yapardı?
Ya kimi aday yapıp yapmayacağının hesabını hiç kimseye vermez; ya da aday yapmama gerekçesi her ne ise, onu herkesin kafasına vura vura ve de bağıra bağıra söylerdi. Öyle partiye sonradan eklemlenmiş adamlara söyletip sisler bulvarında kaybolmazdı. Son sözü de kendisi söylemiş olurdu, liderliğini sorgulatmazdı…
Netice itibarıyla, Silivri tutuklularının Haziran seçimlerinde CHP listelerinden aday gösterilme konusu kapanmış bulunuyor. Böyle bir adaylığın Tayyip Erdoğan tarafından seçim meydanlarında siyasi koz olarak kullanılacağı fikri kanımızca doğrudur; nitekim yandaş medyanın iştahı hemen kabardı.
Doğu Perinçek’in Silivri’den gönderdiği mektupta yer alan,
“Eğer vicdan varsa, eğer adalet duygusu varsa, eğer Türkiye sevgisi varsa, eğer tertibin üzerine gitmek varsa, Ergenekon tertibi cepheden göğüslenmelidir. Hakikat duygusu olan, korkmayan, başı dik aydınlarımıza ve yazarlarımıza sesleniyorum. İddianame ve kanıtlar çerçevesinde, diğer sanıklar da sizlerin suçsuz ilan ettikleriniz kadar suçsuzdur. Tertipçilerin esas hedef aldığı yurtseverlerle dayanışmadan korkan küçük hesapları bırakınız. Ergenekon davasında tekerleme haline gelen dört-beş sanıklık dayanışma listesini yırtınız. Eğer bu tertibi bozacaksak, Ergenekon davasının proleterleri durumundaki yurtseverlere yapılan zulme karşı çıkınız. Tertibi cepheden göğüsleyiniz. Sanıkları ayırmayınız”
şeklindeki karşı çıkış da son derece onurludur. Keşke bu açıklama, CHP’nin adaylıkları reddetmesinden çok önce yapılsaydı…
Böyledir ama Yargıtay’ın “on yıl tutukluluk”cezası peşinen boyunlarına asılmış olan bu insanların, muhbirlik ve gizli tanıklık gibi ahlak dışı yöntemler dışında “bireysel kurtuluşlarına” kafa yormaktan da vazgeçilmemelidir. Sanıkların kişisel durumlarına ilişkin hukuki farklılıkların, çelişkilerin sonuna kadar üstüne gidilmeli, tek tek de olsa tahliyeler koparılmalıdır.
Adaylıkların AKP’ye koz verecek olmasının doğruluğu, Tuncay Özkan gibi belagatı güçlü birinin Meclis’te olmasının kamuoyunu nasıl diri tutacağı gerçeğini de ortadan kaldırmıyor. Tuncay Özkan, tek başına bir siyasi parti gibi çalışıp Ergenekon yalanlarını her gün kamuoyunun gözüne sokabilirdi. (“Seçilseler bile AKP oylarıyla dokunulmazlıkları kaldırılırdı” hatırlatmasında bulunanlar da var ama Haziran seçimlerinden sonra nasıl bir Meclis aritmetiğinin ortaya çıkacağını bilmiyoruz..)
Hâsılı, konu CHP açısından tamamen kapanmış da değildir. Şimdi seçim meydanında daha yaman bir çelişki ortaya çıkacak ki o da şudur:
Siz, Sezgin Tanrıkulu’nun, Binnaz Toprak’ın, ihtimal Kemal Derviş’in adlarının yer aldığı listelerle Atatürkçü ve Cumhuriyetçi kitlelerden nasıl oy isteyeceksiniz?
Kim hangi “değişime” soyunmuş olursa olsun, CHP’ye halen ağırlıklı olarak bu kitle oy veriyor, öyle değil mi?
Sonra, herşeyi göze almanıza rağmen, Tuncay Özkan ve Mustafa Balbay, diyelim İzmir ve Antalya’dan bağımsız aday olurlarsa, bu iki kaledeki oylar bölünmüş olmayacak mıdır? (Özkan ve Balbay’ın İzmir’den aday olmaları halinde seçmenden yüksek oranda oy alacaklarından emin olmak lazımdır).
Kemal Kılıçdaroğlu ve kendisine akıl verenler işin bu yönünü düşünemediler mi?
Yoksa Tayyip Erdoğan’ın “İzmir’i fethetme planı” bu muydu?
Kaynak: Fatma Sibel Yüksek – Açık İstihbarat