Reşit Çağın: Cehalet mi? Esaret mi? İhanet mi?
Bir insanın her konuyu bilmesi, herşeyden anlaması mümkün değildir. Ülkeyi yönetenlerin de…
O nedenle çevrelerinde danışmanlar, akil adamlar, güvenlikten ekonomiye uzanan kurullar vardır. Devlet adamları; “Başkalarının nasihatleri ve direktifleri ile” değil, ülkesini seven, dışarılarda beyni yıkanmamış güvenilir, bilgili, ahlâklı danışmanların desteği ile sağlıklı kararlar vermelidirler.
Ülkemiz;
Çeşitli sorunları olmakla birlikte, kayda değer bir huzursuzluk yaşamazken, adım adım kaşınan ve ısrarla gündemde tutulan konularla boğuşan, sözüm ona çözümler arayan ve birliği bozulmaya yüz tutan dümensiz, pusulasız bir halde göz göre göre tehlikeli sulara doğru sürüklenmektedir.
İnanç ve ırk düzleminde başlatılan ayrıştırma programının yeni bir yöntem olmadığının hem tarihte hem de günümüzde ve özellikle bölgemizde örnekleri o kadar çoktur ki; buna rağmen nasıl olup da devleti ve milletiyle, sürekli ödünler istenerek yürütülen emperyalist odaklı bu senaryoları tepkisiz bir saflık içinde seyrediyor oluşumuza akıl erdirmek son derece güçtür. Tarihsel bir örnek olarak;
Yanya Valisi Mehmet Ali Ayni Bey, Balkan Savaşı öncesinde sadrazamlığa sunduğu detaylı raporda şu saptamalarda bulunmaktadır(1):
“Arnavutların devamlı muhtariyet istemeleri de, diğer Balkan ülkeleri gibi İtalya, Avusturya, ABD gibi dış ülkelerce desteklenmekte ve bağımsız Arnavutluk’un kurulması için cemiyetler vasıtasıyla silah yardımı yapılmaktadır. Bunların iddiasına göre; Arnavutlar, Avrupa’da yerleşiktirler.
Avrupa, Türkleri buradan çıkararak Asya’ya sürecek olursa, bu mümtaz idare sayesinde Arnavutlar asıl vatanlarında kalabilirler. Bu fikir onların dimağına bilhassa ecnebi telkinatı ile girmiştir. Beyannamelerindeki talep ettikleri şeyler bunu kapalı tabirlerle gösteriyor. Yoksa dava ne mektep, ne yol, ne memurlar, ne de meclis üzerinedir.”
Balkanların elden gideceğini gören ve uyaran böylesi devlet adamlarına karşın yönetimin durumunu da, bu anıları kaleme alan Ali Kemali Aksüt şöyle özetlemektedir:
“Hummalı bir milliyet ve düşmanlık faaliyetine mukabil, bir cehalet ve uyuşukluk. Bunun yegâne müsebbibi İkinci Abdülhamid’di.Kendini millete dindar ve marifetperver göstermek isteyen, hakikatte dini de, maarifi de öldüren hain hükümdar.”
Bugün dizilere müdahale edecek kadar Osmanlı Tarihine karşı hassasiyet gösterenlerin; İmparatorluğun idaresinde asırlarca kalmış olan nice topluluğun millet ve devlet olabilmesi için gerek kiliseler, gerek okullar, gerekse misyonerler vasıtasıyla nasıl bir beyin yıkama ve örgütlenme faaliyeti içinde bulunduklarını bilmemeleri mümkün mü?
O halde aradan bir asır geçtikten sonra, aynı senaryoların sahneye konmasında rol almak, dış telkinlerle açılım adı altında ayrılıkçıları cesaretlendirerek, anketlerde büyük çoğunluğu ayrılmak istemeyen Kürt kökenli vatandaşlarımıza rağmen ayrılığa giden taleplerin dillendirilmesine yol açmak, yanısıra dinsel baskılar ve mezhepsel tahriklerle toplumsal ayrışmayı çeşitlendirmek cehaletten mi, başkalarına olan boyun borçlarının, kişisel açıkların ve hırsların neden olduğu esaretten mi, yoksa Atatürk’ün Cumhuriyeti’nin yok olmasını hayal eden bilinçli bir ihanetten mi kaynaklanmaktadır? Yugoslavya, Irak, Afganistan yakın tarihin en acı örnekleri olarak önümüzde dururken yazık değil mi?
Bu güzelim vatanı, kişisel zaafları, hırsları, hınçları, hesapları uğruna yaşanmaz hale getirenler, yine de emellerine ulaşamayacaklar, ister yargıyı biçimlendirsinler, ister askeri akılları sıra sindirsinler, isterlerse de Silivri’yi Trakya’ya doğru genişletsinler, kaçınılmaz sonlarından kurtulamayacaklardır.
Zira; yönetmek basiretini gösteremedikleri bu devlet, nefret ettikleri o Dehanın yıkılmaz eseridir.
Adına allerji duydukları ve yeminlerden, Anayasa’dan çıkartmaya yeltendikleri millet ise, binlerce yıldır tarihte var olan ve ona musallat olanlara her defasında dersini veren bir geçmişe ve birikime sahiptir. Başkalarıyla asla karıştırılmamalıdır. Hayal kırıklığı yaşamak istemeyen düşmanlarına duyurulur!
Reşit Çağın
İLK KURŞUN