Rıza Zelyut yazdı: Harem Topkapı Sarayı’nda idi
Muhteşem Yüzyıl dizisi; Osmanlıcı geçinenlerin ne kadar cahil olduklarını göstermekle kalmadı; Türkiye’deki tarihçiliğin de yetersizliğini ortaya çıkardı.
Günümüzün en namlı Osmanlı tarihçileri bile; daha Hanedan-ı Osman denilen Osmanlı padişahlarının İstanbul’daki evinin neresi olduğunu tespit edebilmiş değiller. Dizinin danışmanı Erhan Afyoncu bile ikide bir, ‘Ben de biliyorum Kanuni zamanında haremin Topkapı Sarayı’nda olmadığını…’ diyor. Ama yanlış diyor…
İstanbul’un 1453′te fethedilmesinden sonra Sultan Fatih Mehmet; yerini bizzat kendisi tespit ederek; tarihlere Eski Saray olarak geçen ilk sarayın inşa emrini verdi. Bu saray; şimdiki İstanbul Üniversitesi’nin bulunduğu yerde 1454′te tamamlandı.
Yüksek duvarlarla çevrili bu saray daha sonra halk arasında Gözyaşı Sarayı adıyla anıldı.
Yeniçerilerin kışlalarının kurulduğu Et Meydanı’na (Aksaray) yakın olmasından dolayı güvenlik sorunu da yarattığından; Sultan Mehmet; kendisine daha korunaklı ve imparatorluk ruhunu ve azametini yansıtacak yeni bir saray kurdurdu. Bu saray, 1461 ile 1475 yılları arasında tamamlandı.
Denize karşı konulmuş topların bulunması yüzünden Top Kapısı olarak adlandırılan bu saraya da Yeni Saray denildi. Ve Sultan Mehmet de buraya taşındı.
HAREM, YATAK ODASIDIR
Harem dairesi (Harem-i Hümayun) sarayın tam kalbindedir. Padişah, burada yatar, devlet işinin olmadığı zamanını da çoğunlukla bu bölgede geçirir.
Topkapı Sarayı yapılıp da Sultan Mehmet buraya taşınınca; elbette ki haremini de getirtmişti. Harem; padişahın eşleriyle birlikte kaldığı, evidir. Padişahın işlerini Topkapı’da yürütüp de ondan sonra yatmak için Eski Saray’a gitmesi; ertesi gün yine Topkapı’ya dönmesi mümkün değildir. Böyle bir durum Sultan’ın güvenliği açısından da kabul edilemezdi. Zaten Fatih Sultan Mehmet, eskisini beğenmediği için yenisini yaptırmış ve oraya da taşınmıştır.
Sultanların Topkapısı’ndan ancak Cuma selamlığı için, ara sıra tebdil-i kıyafetle yaptığı teftişler için, av eğlenceleri için ve bir de eğer katılırsa sefere giderken çıktığını biliyoruz.
Eski Saray’da Enderun’un Kanuni Süleyman dönemine değin devam ettiği iddiası da bir rivayetten ibarettir. Ve Kanuni zamanını kapsamayan bir iddiadır bu. Üstüne üstlük, Eski Saray’da Top Kapı’dan sonra bir müddet daha kalan Enderun; padişah ve haremi değil; Enderun okulu olmalıdır. Çünkü; esirler arasından seçilerek Osmanlı devletine hizmet edecek memurları yetiştiren bu okula duyulan ihtiyaç, devletin büyümesine paralel olarak hızla artmış 2. Bayezid zamanında Galatasaray’da bir ikincisi de açılmıştır. Top Kapı sarayı yapıldıktan sonra; Eski Saray; ancak ikinci dereceden işlerin yürütüldüğü bir mekan haline gelmiştir.
NEDEN GÖZYAŞI
Önemli bir gerçeği daha belirtelim: Bugün artık bulunmayan o Eski Saray; Osmanlı Devleti zamanında; kadın sultanların bir sürgün yeri olarak kullanılmıştır.
Ölen veya hal edilen (indirilen) padişahın anası (valide sultan) ile karıları (Haseki Sultan; hasekiler, kadın efendiler) yine eski padişahın ikballeri, gözdeleri Topkapı Sarayı’ndan çıkartılır, buraya sürülürlerdi.
Elbette ki bunlarla birlikte onlarca cariye, hizmetçi ve kahya da oraya yollanırdı.
Bu kadınlar, eski itibarlarını yitirmenin ve dışlanmanın verdiği üzüntü ile burada ağladıklarından Eski Saray’a zamanla Gözyaşı Sarayı adı da verilmişti.
Eski Saray’a sadece ölen padişahların değil veliahd olabilecek şehzadelerin anaları da yollanırdı. Bu kadınlar içinde oğlu daha sonra padişah olanlar; Eski Saray’dan büyük bir törenle Topkapı Sarayı’na harem dairesine aldırtılırdı. 3. Selim’in annesi Mihrişah Sultan da Gözyaşı Sarayı’nda ağlar iken 1789′da oğlu tahta çıkınca Valide Sultan olarak Topkapı Sarayı’na dönmüştü.
Kısacası; Eski Saray en fazla 10 sene kadar harem dairesine konaklık etmiş, Topkapı yapılınca bu saltanatı bitmiştir.
KISKANÇLIK DORUKTA
Osmanlı sultanları haremleri için müthiş kıskanç idiler. Burada çalışan harem ağaları genellikle hadım edilmiş yaşlı zenciler olurlardı. Ak hadım ağalar biraz daha gerideki kapılarda bulunurlardı. Cariyeler ve has odalıklar da sıkı kontrol altında tutuluyorlardı. Haremdeki hizmetleri kadın cariyeler ve bunların çavuşları, kahyaları görürlerdi.
Topkapı Sarayı’na bir yabancının yaklaşması mümkün değildi. Öyle ki deniz tarafından ve yakından kayıkla geçilmesine bile izin verilmezdi. Saraya yakın yerden geçen kayıklara surlardan bostancılar tüfenkle ateş ederlerdi.
Elbette ki sarayın başka bir bölümünde de içoğlanları istihdam ediliyordu.
Haremin özel bölümünde padişahlar eğlence düzenlerler; burada çalgıcılar ve hanendeler bulunur, bir başka ekip de dans ederdi.
Bütün bu yaşam tarzı Osmanlı vakanüvisleri tarafından fazla anlatılmamış olsa bile nakkaşların (dönemin ressamları) yaptığı minyatürler bize çok ilginç sahneler sunmaktadır.
Yatak hayatına gelecek olursak…
Yatağa bile erkekler başlarına basit bir sarıkla girerlerdi. Kadınlar da yine gecelik fes kullanırlardı. Kadınlar da erkekler de uzun don ve entari ile yatarlardı. Bunun bir nedeni de sık sık meydana gelen yangınlarda aniden dışarı fırlamak zarureti idi.
ESİR HIRİSTİYAN KIZLAR
Saraydaki cariyeler, önceleri Avrupa tarafında savaşlarda esir edilen kızlar arasından seçilirdi ve bunlar esircilerden satın alınırdı. Bu esir kızların ve oğlanların satıldığı hana da Esir hanı deniliyordu. Kapalıçarşı yanındaki iki katlı, ahşap, 300 odalı bu hanın çevresinde kahvehaneler, her meslekten esnaf dükkanları bulunuyordu. Esir satışını, devlet adına Esirciler Kethüdası düzenliyordu. Hazineye esir satışından yüzde 10 vergi alınıyordu. Lakin; İstanbul saraylarında bulunan esir kız ve oğlanlar, Amerika’daki esirler gibi zalim biçimde ezilmiyorlardı. Bunlar eğitiliyor; içlerinden becerikli olanlar devletin en üst katına kadar çıkabiliyorlardı.
Padişah ve vezirler dışındaki halkın öyle çok karılı evlilikleri de pek mümkün değildi. Çünkü; aileler buna kolay kolay razı olmuyorlardı.
ELÇİLERİN KABULÜ
Muhteşem Yüzyıl’da Venedik elçisinin, Padişah Süleyman önünde yerde gösterilmesini, ünlü tarihçimiz Yusuf Halaçoğlu; ‘Böyle bir şey yok!’ diye yalanladı.
Diyorum ya bizim tarihçiliğimiz maalesef çok zayıf. Bu ünlü isim bile Kanuni Sultan Süleyman’ın hayatından kesitler sunan minyatürleri hiç görmemiş. Halbuki onlara baksa; elçilerin burunlarının yere sürtüldüğünü görecektir.
En önemlisi de Avrupalı elçilerinin Osmanlı tahtı önünde yerlere eğdirildikleri gerçeği, Avrupalı seyyahların ve elçilerin eserlerine de yansımıştır. Düşünün ki 19. Yüzyıl’ın ilk çeyreğine kadar; Avrupalı elçiler Osmanlı sultanının önünde diz üstü çöktürülmüşler; itimatnamelerini öyle sunmuşlardır. Bu durum, 19. Yüzyıl’da, İtalyan Ubacini’nin kitabında da yazıklanarak anlatılmaktadır.
Tekrar yazıyorum: Ne sarayda ne sokakta Osmanlı toplumunda kimse başı açık dolaşmamıştır. Padişahlar da başlarında öyle tek parça kavuk değil genelde fes ve sarık kullanmışlardır.