Kuşbakışı Türkiye, CHP ve “Özellikle” Cumhuriyet Gazetesi
MEHMET FARAÇ DA CUMHURİYET GAZETESİNDEN UZAKLAŞTIRILDI BİLİYOR MUSUNUZ?
Dr.Vakur Kayador
Dünya ve Türkiye
Türkiye, tarihinin en kritik seçimlerinden birine giderken siyasal mücadele zemini çok karışık görüntüler sunuyor. Çok genel fotoğraf her zaman olduğu gibi dış dinamiklerin belirleyiciliğinde ortaya çıkıyor. Washington ve Brüksel 2011 genel seçimleri sonrasında, en can yakıcı taleplerini Türkiye’ye dayatma hazırlığı içindeler. Tek başına iktidara gelmesini bekledikleri AKP ile önce başkanlık sistemine geçişi, ardından eyalet sistemini hayata aktarmayı tasarlıyorlar. Bunların sonrasında-ya da bunlarla eşzamanlı olarak-Güneydoğu’ya demokratik özerklik verilmesini bekliyorlar… Bunların üst başlığı olarak da, Türkiye İslam Cumhuriyeti’ne gidiş ve ülkenin güneydoğusunun koparılması en önemli talepleri olarak ortada duruyor… Bu en temel beklentilerin yanı sıra Kıbrıs’ta Brüksel ve Atina taleplerinin gündeme getirilmesi, Ege ve Akdeniz’de Ada sahanlığı, kıta sahanlığı, FIR Hattı konularında Yunanistan’ın isteklerinin karşılanması sırada bekliyor… Bu arada Ermenistan sınır kapısının açılması, Türkiye-Rusya ilişkilerinin gerginleşmesinden başka sonuç doğurmayacak Fener Rum Patrikhanesinin ekümenikliğinin sağlanması dahil, başka talepleri de bulunuyor. Üstelik de bu kahredici istekler, ABD’nin engellemez bir ekonomik çöküntü yaşadığı,siyasal anlamda dünyanın her yerinde gerilediği bir dönemde gündeme taşınabiliyor.Avrupa’nın bir başına-artık-dünya politikasında bir güç odağı olmaktan uzaklaştığını –sanıyorum- belirtmeye gerek bile yok
Ancak hemen belirtelim,genel seçimler sonrasında hangi hükümet kompozisyonu belirirse belirsin, bu taleplerin gerçekleşmesi zordur –hem de- çok zordur. Dahası,-olası bir AKP iktidarında-bu Partinin kendi İslami politikalarını hayata aktarmakta daha istekli olabileceği ve kendi kanatlarıyla uçmaya çalışabileceğı günlere de tanık olabiliriz… Bunları daha sonra ve ayrıca tartışmak gerekir. Ancak her durumda, üçüncü kez gerçekleşebilecek tek başına AKP iktidarı, ülkeye olağanüstü zorluklar yaşatabilecektir.Bunu –asla- aklımızdan çıkarmamalıyız.Uluslararası ilişkiler ve hayat böylesi çelişkileri benliğinde barındırabiliyor işte.
Karmakarışık Bir CHP
İşte bu olağanüstü zorlu koşullarda CHP’de ilginç gelişmeler yaşanıyor. 2010 yılının Mayıs ayında gerçekleşen genel başkan değişikliğinin ardından CHP’de çok ilginç görüntüler ortaya çıkmaya başladı. Bu görüntüler, kendini yurtsever ve solcu olarak tanımlayan aydınları ve düşünce insanlarını çok zor durumda bıraktı. Çünkü şu andaki siyasetin aritmetiği, AKP iktidarını engelleyebilecek tek seçeneğin CHP-MHP Koalisyonu olduğuna işaret ediyor. Bu olağanüstü önemli konjonktürde, özellikle CHP’nin desteklenmesi kaçınılmaz duruma geliyor. Oysa CHP’de yaşanan gelişmeler, bu Partide çok ciddi biçimde Washington-Brüksel çizgisinin egemen olduğu kaygısını yaratıyor. O zaman CHP’nin çok dikkatle irdelemek ve Partiyi Kemalist sol cizgide tutabilmek olağanüstü önem kazanıyor. Bunun yolu da CHP’nin ve Türkiye’nin güvencesi olan aydınlık tabanını doğru bilgilendirmekten geçiyor.Bu nedenle CHP’nin yeni Parti Meclisi’ni ve Genel Yönetim Kurulu’nu dikkatle değerlendirmek büyük önem kazanıyor. Yani eleştiriden kaçınmadan bir CHP yandaşlığı zorunlu oluyor. Bu çok kritik konuyu, kaygan zeminde düşünce üretimi gerektiren sorunu daha sonra çok dikkatli biçimde değerlendirmeye çalışırız.
Cumhuriyet Gazetesi ve Mehmet Faraç’ın Uzaklaştırılması
Bu yazımda konunun bir başka boyutuna değinmek istiyorum,Genel CHP değerlendirmesini yapmakla yükümlü en önemli kurumlardan birini Cumhuriyet gazetesini ele almakta büyük yarar var. Bunu, çok yakın geçmişte yaşanan Mehmet Faraç’ın gazeteden uzaklaştırılması bağlamında ele alalım.
Önce Mehmet Faraç’ı bir hatırlayalım ve olayı gözümüzün önüne getirelim. Faraç yaklaşık çeyrek yüzyıldır Cumhuriyet gazetesinde Güneydoğu-Kürt-Kürtçülük konularında yazılar yazan, terör sorununu bütün yönleriyle değerlendirebilen bir yazar. Konuyu hem tarihsel arka planıyla hem de güncel boyutuyla çok iyi biliyor ve yalnız gazete okurları için değil, konuyla ilgili araştırmacılar için de çok önemli bir başvuru kaynağı durumunda. Bu özelliğinin yanı sıra Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığı sonrasında CHP Parti Meclisi’nde de görev almıştı. Ancak son kurultayın ardından tasfiye edilen isimler arasında bulunuyordu. Düşünen ve eli kalem tutan bir insan olarak,yaşadığı ve tanık olduğu durumları gazetede okurlarıyla paylaşmaya başlamıştı. Zaten bir çok insan-yukarıda belirttiğim üzere- CHP ‘de yaşanan son gelişmeleri dikkatle, -hatta- endişeyle izliyor,olup biteni fazlasıyla merak ediyordu. Bu özellikleri taşıyan deneyimli bir kalem sahibinden, kendisinin muhalif düşüncelerini öğrenmek istemesi de son derece olağandı.
Peki Mehmet Faraç, bu noktada duygusal davranıyor olamaz mıydı? Parti Meclisi’nden uzaklaştırılmış olması nedeniyle aşırı tepkiselleşmesi mümkün değil miydi?… Kimbilir neden olmasın!… Ancak Kubilay’ın Şehit edilmesiyle ilgili yazısının sansüre uğraması üzerine, önce kendisi yazısını çekmiş, ardından da gazeteyle ilişiği kesilmişti…İşin bu noktaya gelmesi,bir anda böylesi uç noktalara ulaşması hiç olağan görünmüyordu. Bu durumda –artık- sorun Cumhuriyet gazetesi- Mehmet Faraç uzlaşmazlığını hayli aşıyordu,Durumu iyi anlayabilmek için –yaklaşık-beş altı yıllık bir Cumhuriyet gazetesini değerlendirmesi yapmak kaçınılmaz hâle geliyordu.
Cumhuriyet gazetesinde gerçekleşen bu durum –aslında-çok derin ve kronikleşmiş yaranın yeniden kanamaya başlamasından başka bir şey değildi. Gazetede 2003 yılından bu yana süren sinsi bir çatışma bu son olayla bir kez daha su yüzüne çıkmıştı. Gazetede Avrupa Birliği yandaşları, daha İlhan Selçuk hayattayken yurtsever ve solcu yazarlar üzerinde -kimi zaman örtülü kimi zaman doğrudan- baskı uyguluyor, -deyim yerindeyse- mıntıka temizliği yapıyorlardı. Bu süreç önce Emin Gürses’le başlamıştı. Cumartesi günleri Işık Kansu’nun yanında Görüş sütununda yazan Gürses’in yeri ile oynanmaya başlanmış ve durum kendisinin gazeteden ayrılmasıyla sonuçlanmıştı. Bir süre sonra aynı sütunun, AB’nin önde gelen savunucularından Nilgün Cerrahoğlu’na verilmesi ile işin rengi ortaya çıkmaya başlamıştı… Daha sonra gazetenin, ülkenin büyük sanayi ve ticaret burjuvazisi ile içli dışlı olması, Turgay Ciner’le yakın,-hatta- organik ilişkiler içerisine girmesi genel politikalarına doğrudan yansımıştı. Ciner’in yanı sıra Koç’larla Mermerci’lerle olan sıkı dirsek teması da kendini belirgin biçimde hissettirmekteydi. Yüksek sermaye ile sürdürülen bu yakın ilişki gazetede yansımalarını buluyordu.
Yine 2003 yılında, dışarıdan yazı yazan İzzettin Önder’in Koç grubu ve Tüpraş ile ilgili eleştirel bir yazısı yayımlanmayınca o da gazeteyle bağlarını koparmıştı… Korkut Boratav da benzeri nedenlerle küstürülen ve uzaklaştırılan bir başka isimdi… Bu operasyon 2009 yılında doruğa çıkmış, gazetenin duayenlerinden, anıt isimlerinden Bertan Onaran’ın yaklaşık yarım yüzyıllık yazı serüveni sonlandırılmıştı. Gerekçe ise inanılır gibi değildi.Yazarın kültür-sanat yazıları fazla politik içerik taşıyormuş… Bu arada ayrıntısına girmeden bir cümleyle kendimden bahsetmem kaçınılmaz oluyor. 2002-2004 yılları arasında yaklaşık on günde bir gazeteye dışarıdan yazanlardan biri de bendim. Daha sonra da 2007 yılında 5 yazım yayınlanmıştı. Okurlardan genellikle olumlu değerlendirmeler almama karşın, genel politik tavrım nedeniyle benim de defterim sessiz sedasız dürülmüştü.
Cumhuriyet Gazetesinde Bir Troyka
Mehmet Faraç’ın yaşadıklarını işte bu sürecin bir uzantısı olarak görmek gerekiyor. Gelinen bu noktada –artık- gazeteyi yıpratmamak adına suskun kalmanın doğru olmadığını düşünüyorum. Cumhuriyet’te gerçekleşenleri bir sacayağı (ya da troyka) bağlamında ele alıp ortaya koymayı zorunlu buluyorum.
Gazetenin genel yayın yönetmeni İbrahim Yıldız, gazetedeki bu liberal çizginin başaktörü olarak beliriyor. Donanımının böyle bir çizgiyi benimsemeye,bu değerleri savunmaya yetip yetmeyeceğini bir yana bırakıyorum. Spor muhabirciliğinden gelen bu şahıs İlhan Selçuk’un son dönemlerinde, sorun çıkarmayacak genel yayın yönetmeni arayışının tipik temsilcisi durumundaydı. İlhan Selçuk,istediği özelliklere sahip bu insanı –adeta- baş tacı yapmıştı. Siyasal donanım ve gazetecilik birikimi olarak pek de parlak bir özgeçmişe sahip olmayan Yıldız, uysal ve “Evet efendim”ci kimliğiyle, pratik zekâsıyla gazetenin güçlü adamı olmayı başarmıştı. Böyle bir insanın Cumhuriyet gibi bir gazetenin genel yayın yönetmenliğini kaldıracak çapta olup olmadığı, gazete yazarları tarafından bir türlü dile getirilemiyordu. Çünkü bu durumda İlhan Selçuk’u karşılarında bulabilirlerdi ve sonuç –kendileri için- pek de iyi olmayabilirdi. Peki aydın olmak,-daha da ötesi-solcu olmak yeri geldiğinde bir şeyleri göze alabilmek, bedel ödemeyi kabullenmek değil miydi?.. Cumhuriyet yazarlarının aydın kilmliği ve solculuğu bu kadar mıydı!
Gazetenin bir başka güçlü ismi 3. Sayfa yıldızı sosyal demokrat Emre Kongar’dı… Malum, Türkiye 12 Eylül 1980 sonrası cehalet imparatorluğuna dönüşünce, sosyalistlerin hiçbir zaman adam yerine koymadıkları sosyal demokratlar, Abdurrahman Çelebi’ye dönüşmüşlerdi. Globalleşmenin ve liberalizmin ülkemizdeki en önemli temsilcilerinden Mehmet Barlas ile birlikte sunduğu “Yorum Farkı” ile pragmatik uzlaşmacılığın ve işbirlikçiliğin tipik örneklerini sergileyen Kongar, öyle anlaşılıyor ki gazetenin bu çizgisinde hayli önemli rol oynamaktaydı .Sermayeyi kutsayan Batı Avrupa solunu,vıcık vıcık bir AB yandaşlığını ve sosyal demokrasiyi gazeteye dayatmak konusunda sürdürdüğü çabalar göz ardı edilecek gibi değildi. Mehmet Faraç’ın ayrılmasından sonra, Enver Aysever’le Mehmet Faraç’ı birlikte değerlendirdiği yazısını internet sayfalarından bulup okuyanlar,buradaki timsah gözyaşlarında Kongar’ı çok daha iyi tanıyabilirler.Daha önemlisi sosyal demokrat kişilik değerlerinin gerçek yüzüyle karşılaşabiliriler.
Üzerinde durulması gereken bir başka isim Hikmet Çotankaya… Mehmet Faraç’ın örtülü anlatımından bu şahsin Cumhuriyet’ten maddi-manevi çok önemli kazanımlar elde ettiği, kendisine hayli yüksek bir yaşam standardı sağladığı anlaşılıyor. Çünkü Mehmet Faraç’ın bu iddialarına herhangi bir yanıt vermeye gerek görmedi. Belki de kendisini bunların muhatabı kabul etmemiştir,kim bilir!.. Çetinkaya’nın bir önemli özelliği daha var. CHP’nin son kurultayı sonrasında çok ciddi eleştirilere konu olan Genel Yönetim Kurulu üyelerinden biri de kendisinin muhterem kerimeleri Bertil Emrah Oder’dir…Koşullar genel olarak böyleyken; kendisi Cumhuriyet gazetesinde son derece iyi bir konumdayken, kızı CHP’de yükselme sürecindeyken bu Mehmet Faraç’a ne oluyordu böyle! CHP’nin “Yeni Kemalizm” gibi,”güler yüzlü Atatürkçülük” gibi Washington-Brüksel rüzgârlarını taşıyan politikalarını eleştirmek de neyin nesiydi?.. Ancak bu durum –öyle anlaşılıyor ki- kendisine son derece önemli bir fırsat sunmuştu. CHP’yi eleştiren bir yazarın gazeteden uzaklaştırılmasına katkıda bulunmak, kendisine ve kızına CHP nezdinde olumlu puan kazandırabilirdi. Böyle bir fırsat kaçırılır mıydı hiç?
Şimdi bu üçlüyü ve bütün bunları bir yana bırakıp, gazete yazarlarına soralım. Bunca zamandır bu kadar yurtsever ve solcu yazar gazeteden uzaklaştırılıp gazete 2. Cumhuriyet yörüngesine oturtulurken siz ne yapıyorsunuz? Bunlar sineye çekilecek şeyler mi?
Anılarda Gezinti
Bunları düşünürken ve yazarken belleğim birden beni on yıllar öncesine götürdü…1970’lerin ikinci yarısında, 12 Eylül 1980’e uzanan tarihimizin en kanlı ve karanlık günlerini yaşarken Ankara Radyosunda genç bir spiker olarak görev yapıyordum. Bir toplantıda MC hükümetlerinin bürokratlarından Radyo Müdürü Turhan Erdemgil değerli dostumuz, rodyo programcısı Turan Dursun’a incitici ifadeler kullanmıştı. Fraksiyonel farklılıklarını bir yana bırakan devrimci yayıncı arkadaşlarımızın bir anda Turan Bey’in etrafında bütünleştiklerini,-adeta- kendilerini siper ettiklerini, dün gibi hatırlıyorum. Sonra bir de şu anda Cumhuriyet yazarlarının üzerlerine ölü toprağı serpilmiş hallerini gözümün önüne getiriyorum. Bir bir gazeteden uzaklaştırılan arkadaşlarını –adeta-kuru birer ağaç gibi yalnız bıraktıklarını düşünüyorum. Gerçekten içi burkuluyor insanın.
Habbs XVII.yüzyılda “iHomo Homini Lupus/İnsan insanın kurdudur” diyordu. 2000’lerin Türkiyesi’nde bunu “Solcu olcunun kurdudur” diye değiştirmek pek yanlış olmaz sanırım
Gerçi bu arkadaşların kendilerini ne kadar solcu olarak tanımladıkları da çok tartışılır ya…