Cumhuriyete Sahip Çıkmak
Ne kadar güzel, ne kadar afili, ne kadar candan ve içten bir söz…
Cumhuriyete sahip çıkmak, bu ülkeye sahip çıkmaktır, geleceğimize sahip çıkmaktır, ne kadar ortak değer, ne kadar kutsanmış değer varsa, hepsine sahip çıkmaktır…
Ancak, bugün Cumhuriyetin sahiplenilmesi gerektiğini düşünenler, onu sahiplenmesini istediği kitleleri zamanında ne kadar sahiplendiler?
Bence sorulması gereken en can alıcı soru budur…
Her şeyi ilkesel bazda değerlendirip, yaşam pratiğinin içine sokmayanlar ve buna gerek duymayanlar, 87 yıllık Cumhuriyet rejiminin neden ekonomik gelişmişliği tam olarak yaratamadığını ve yaratılan ekonominin neden topluma eşit ve adil bir şekilde dağıtılamadığını kendilerine sormalıdırlar…
1950’den sonra hızla terk edilen sosyal devlet ilkesi, Atatürk ilke ve devrimleri ile büyük halk kitleleri arasına “aşılmaz duvarlar” konulmuş, halk kendi kaderiyle baş başa bırakılmış ve bireysel ekonomik bağımsızlığı yaratmak her birey için öncelikli tercih haline getirilmiştir…
Gelmiştir demiyorum;
“Getirilmiştir…” diyorum…
Çünkü, Özal dönemiyle birlikte iyice ayyuka çıkan bu felsefe, toplum içinde “herkesin herkesi ezmeye hakkı olduğu” gibi mesnetsiz bir saplantı yaratmış ve “köşe dönmeci zihniyet” olarak adlandırılan o meşhur tavır hayatımızın ayrılmaz bir parçası olmuştur…
Ve bugün…
Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet, ne yazık ki, çok kısa zaman sonra “karşı devrim” hamleleri karşısında sendelemiş, zaman zaman zayıf düşmüş “savunulmak ve korunmak zorunda kalmıştır…”
Elbette bir yaşam biçimi olarak, aydınlık ve çağdaş bir Türkiye yaratmanın yolu “Cumhuriyete sahip çıkmaktan” geçmektedir…
Ancak aynı şekilde o Cumhuriyetin de geniş halk kitlelerine sahip çıkması gerekmektedir…
Giderek fakirlik ve yoksunluk sınırından “sefalet” sınırına giden toplumda, özellikle 4 buçuk yıllık AKP iktidarı döneminde, ulusal sermayeden hep uzak tutulmuş bir kesim de en sonunda arzuladığı payı kapmıştır…
Ne yazıktır ki,
Bugün, Cumhuriyete sahip çıkılması gerektiğini haykıranlar, Cumhuriyeti bu hale getiren ana sorunsalın kendilerinden kaynaklandığını ya bilmemekte ya da bilmek istememektedirler…
İşsizlikten cinnet geçirip, çocuğuna kurşun sıkan, karısını öldüren, sonra da kendi beynini uçuran adama “Cumhuriyetin sahiplenilmesi gerektiğini” nasıl anlatacaksınız?
Kendisine, sorununa kimsenin sahip çıkmadığı bir ülkede, neyi umursayacaktır bu adam?
Laikliği mi?
Çağdaşlığı mı?
Neyi savunacak?
Hastasına hastane bulamayan, okula gidecek yolu izi olmayan. tipiden çocukların öldüğü köylerde kime nasıl anlatacaksınız Cumhuriyetin korunması gerektiğini?
Mustafa Kemal’in kurduğu Cumhuriyetin bu kadar çabuk, bu kadar kolay yıkılabileceğine inanıyor olamazsınız…
O zaman başka bir şey var…
Daha önce hiç mi hiç umurunuzda olmayan, çocuklar ölürken, insanlar hastanelerde kuyruklarda can verirken, işsizlik ve sefalet manzaraları bir kırbaç gibi bu toplumun yüzünde patlarken, hiç mi hiç umursamadığınız bir şey var…
Ve hiç umurunuzda olmayan o insanlardan medet umuyorsunuz, yardım umuyorsunuz….
Meydanları doldurmalarını, Cumhuriyete yan gözle bakanlara meydan okumalarını bekliyorsunuz…
Sizce de, çok şey istemiyor musunuz?
O büyük kitleleri çoktan kaybettiniz ve onlar artık yalnızca “varolmaya” çalışıyorlar…
Ve bu şansı onlara kim verirse, ondan yanalar…
Ne bedel ödeyeceklerini umursamıyorlar bile, görmüyor musunuz?
“Cumhuriyete sahip çıkmak…
“Cumhuriyetin çocuklarına sahip çıkmaktan başka nedir ki…”
Bu halkı kucaklamak, bu halkı sevmek, bu halka karşı adil olmaktır…
Bu halkı figüran değil, bu işin asli unsuru kabul etmek demektir…
Bu halk, Mustafa Kemal’in Cumhuriyetine her zamankinden daha çok sahiptir…
Ve sessiz vakurluğunda saklı gazabı, Cumhuriyeti sonuna kadar korumaya yetecektir…
NADİR URUÇ///FBKG