Siz Hayır Demez misiniz?
Anadolu’da Mustafa Kemal tarafından başlatılan hürriyet ve aydınlanma mücadelesinde Anadolu insanları can ve namuslarını korumak için çırpınırken Rize’de Türk insanlarını asimile etmek, onları köklerinden uzaklaştırmak, kimliklerini yok etmek üzere çalışan ve “Türklük ne demek, mezarda Rabbin kim, kitabın ne, kimin ümmetisin?” diye soracaklar diyerek Türklük düşmanlığı yapan Gürcü kökenli gündüz hoca, gece rahip olan Tayip Efendi Medresesi bulunduğunu bilseniz duygularınız müspet olur muydu? Hayır.
2004 Ağustos ayında gittiği Gürcistan’da aslını ortaya koyan kişi “Ben Gürcü’yüm. Ailemiz Batum’dan Rize’ye göçmüş bir Gürcü ailesidir.” dese onun hakkında olumlu şeyler düşünür müydünüz? Hayır.
Siz bir kişinin Karadeniz bölgesinde isyankâr, yani asi olduğu resmi belgelerce de bilinen eşkıya Bakatalı (isyancı demek) sülalesinden gelen anne tarafından Gürcü Yahudi’si, baba tarafından Rum olduğunu bilseniz kabullenir, tasdik eder ve onunla gururlanır mıydınız? Hayır.
6 Ocak 2010 tarihli Hürriyet gazetesinde geçenlerde “Dinlerin Kardeşliği” denilen sinsi planın bir parçası olarak ayine açılan ve Rumlarla Yunan gençlerinin sırtlarında Pontus tişörtleriyle geldiği Maçka’daki Sümela Manastırı’nda dini kıyafetleri içindeki Yunan Kostas Alexandridis’in ondan “İne dikomas pedi” yani “Bizim çocuk” diye bahsettiğini gördünüzse bunu tasvip etmeniz bir Türk insanı olarak hoşunuza gider mi? Şüphesiz hayır.
Tarihi Sümela Manastırı’nı cumhuriyet tarihinde ilk defa olarak açıp Karadeniz bölgesinde yüzlerce yıldan beri devam eden sinsi ve pis Pontus Krallığı rüyalarını coşturan ve Rumlarla Yunanlara tekrar Karadeniz bölgesine gelebilecekleri umudunu aşılayan kişinin aynı kafayla Van Gölü’ndeki Akdamar Kilisesi’ni de devletin 3 trilyon lira harcayarak restore etmesinin ardından 12 Eylül 2010 tarihinden itibaren ayinlere açacağını duysanız bunu tasvip eder miydiniz? Hayır.
9 Mayıs 2010 tarihinde Musevi Cemaati lideri Sami Herman’ın onunla ilgili olarak “Zaten siz benim en önemli referansımızsınız” dediğini, 2009 Aralık ayında Fener Rum Patriği Bartholomeos’un sözcüsü Anagnostopulos’un da onun için “Hristiyanlar için böyle çalışan birini görmedim.” dediği kişinin aynı duyarlığı ABD askerleri pis çizmeleriyle Müslüman âleminin en kutsal mekânlarına girip acımasızca kadınlara, çocuklara tecavüz ederken göstermediğini ve Büyük Ortadoğu Projesi denilen ülkeyi parçalama projesinde kendine pay çıkarmakla övündüğünü hatırlasanız onunla gurur duyar mıydınız? Hayır.
12 Ağustos 2009 tarihinde Rize’nin Güneysu ilçesinde “Potamya’nın Gururu Hoş Geldin” pankartıyla karşılanan kişi ilçenin isminin Güneysu değil, Rumca Potamya olmasını istediğini ifade ederse siz bundan hoşnut olur musunuz? Hayır.
“Beynimin yarısı” diye nitelediği siyasal şeriatçı, İran’daki yobazlıklara övgüler yağdıran ve Türkiye’yi parçalamaya yemin etmiş ayrılıkçı eşkıyanın partisinde genel başkan yardımcılığı da yapan bir adamı tarafından da yazılan bir kitapta “Rizelidir, Laz kökenlidir, Türk değildir.” denilen kişiyle ilgili düşünceleriniz ne olabilir?
Bir şakşakçısı tarafından yazılan ve partisinin bir milletvekiline ait basımevinde basılan kitapta “İbni Arabî’nin çizelgesine göre Musa Peygamber soyundan geliyor.” denilerek akıl ve izan sınırları zorlanarak kendisine böylesine ulvi ve uhrevi vasıflar verildiğini duysanız bunu kabul etmeniz mümkün olabilir mi? Hayır.
Güzelim Anadolu insanının inanç ve vicdan güzelliğini yıllardan beri kanırta kanırta satışa çıkartan o pis ve dar zihniyet kendi partisinden istifa etti diye bir anda dönüş yapıp sözde savunduğu sözde değerlerden vazgeçen ve Mart 2009 yerel seçimlerinde Gaziantep’in İslâhiye ilçesinde eski partidaşının türbanlı karısını türbanlı diye ilçe seçim kuruluna ihbar ve itiraz eden düşüncenin yozluğuna ve sığlığına olur vermeniz mümkün müdür? Hayır.
“16 Mart 2003 tarihinde partisinin İl Dayanışma Meclisi toplantısına Yunan Vangelis’in, yani Evanghelos Odyssey Papathanassiou’nun “Conquest of Paradise” yani “Cennetin Fethi” müziği eşliğinde girdiğini bilseniz “Aferin ne gerek vardı canım Türk müziğine iyi yapmış.” Der miydiniz? Hayır
Aydın’da gemi azıya alan ve çılgınlık histerisine kapılan parti sapkını bir zavallı tarafından peygamber olarak anılmasını, bu saçmalığa sebep olan zavallının ise takdir edilerek il genel meclisi üyesi yapılmasını hatırlasanız “Bu kadarına da pes yahu.” demez ve kabullenir misiniz? Hayır.
Karadeniz fıkralarına rahmet okutacak bir saçmalık sapkınlığındaki Trabzon’un Of ilçesindeki parti başkanı tarafından “Herkes onun için her gün iki rekât şükür namazı kılmalıdır.” Dendiğini hatırlasanız “Yok deve.” demez ve o güzelim dini duygularınızla, vicdanınıza kilitlediğiniz inançlarınızla alay eden bu sapık durumu onaylar mısınız?
Denizli’de bir başka sapık kadın tarafından “Onu üzmek Allah’ı üzmektir. Sevenlerini de üzmek aynıdır.” yazılı “İlahilerle Halka Çağrı” başlıklı bir kitabın 10.000 (Yazıyla on bin. Bu ülkede en çok basılan kitabın sadece 1.000/Bin adet basıldığını unutmayın.) ve bu kitabın memleketin Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından onaylandığını ve başta okullar olmak üzere öğrenciler ve herkese bedava dağıtıldığını öğrenseniz “Daha neler, neler oluyor bu memlekette?” demez ve inançlarını yozlaştıran, tam anlamıyla din tacirliği gibi son derece tehlikeli ve pis bir işe soyunan bu sapıklarla ilgili olumlu düşüncelere sahip olur musunuz? Şüphesiz hayır.
Refah Partisi İstanbul İl Başkanı olduğu dönemlerde devletin, yani Türkiye Cumhuriyeti devletinin arazisine kaçak, kanun dışı, yasalara aykırı ev yapan bir kişi iken önü kavuşmayan, düğmeleri iliklenmeyen bir adamken 20 yıl içinde milyarlarca liralık elbiseleri bir giyip bir daha giymeyen birisi sizin tasvip ettiğiniz bir durum mudur? Hayır.
Kapısı açılıp kapanmayan, açılmasın veya düşmesin diye kapıları iple bağlanmış sıradan bir Renault araba tahsis edilmiş bir kişi bir yandan “Amaca ulaşmak için gerekirse papaz cübbesi bile giyerim.” derken çok kısa bir sürede milyarlarca liralık arabalara biner ve 40 bin dolarlık (60 milyarlık) saatler takmaya, geceliği 10 bin dolarlık (15 milyarlık) otellerde kalmaya başlarsa siz ona ‘Aferin’ der misiniz? Hayır.
Ömercik filmlerine isim babalığı yapan bir bakanının bilim hırsızlığı yaptığı, yani başka bilim adamları tarafından emek harcanarak araştırılan, ortaya getirilen ve yazılan bilimsel çalışmaları sanki kendisi ortaya koymuş gibi çalıp hırsızlık yaptığı mahkeme tarafından resmen onaylanan kişinin bu hırsızlığı dolayısıyla “Profesör” unvanının elinden alındığını, bu utançla kamuoyunun karşısına Anadolu standartlarına göre hiç çıkmaması gereken kişinin devleti temsil ettiğini görmeye devam ederseniz bu sizi mutlu eder mi? Hayır.
Tekel işçilerinin kadınlar, çocuklar, aile fertleriyle katıldıkları Ankara Kızılay’da Türk-İş Genel Merkezi önünde bütün Türkiye tarafından onaylanıp tasvip gören onurlu direnişlerine polis copları, biber gazları, tekme tokat ve göz altılarla karşı koyan; ancak binlerce masum insanımızı katleden katil eşkıyaları Habur Sınır Kapısı’nda “Habur’da hâkimler ayarlandı.” Denilerek sözler verilip ayrıca devletin onurunu iki paralık ederek davul zurnalarla karşılatan, çadır mahkeme denilen soytarılıklarda kamu vicdanını yakan, bu memleket için can vermiş şehit aileleri ve gazilerin ciğerini sızlatan anlayışı siz kabullenir misiniz? Hayır.
“Pis değiliz.” naraları atarak ve zafer işaretleri yaparak arabaların tepesinde sirk maymunu gibi dolaştırılan söz konusu eli kanlı katillerin gelişi ve törenlerle karşılanışları konusunda devletin en yetkili bakanı tarafından pis pazarlıklar yapıldığını ve ülkenin kaosa sürüklenerek parçalanması aşamasında her türlü pisliğe “Taraf” olan gazete tarafından bu durumun daha günler öncesinden “Geldikleri gibi geçecekler.” Şeklinde manşet yapıldığını hatırlasanız bu durumu onaylar mısınız? Hayır.
İmralı’daki katiller başının devlet tarafından trilyonlarca lira harcanarak lüks konutta oturmasına imkân sağlandığını, dünyanın hiçbir tarafında hiçbir zaman örneğin Kızıl Tugaylar ve Baedier Maenhoff çetelerine Avrupa’da asla taviz verilmediği ve bu terör örgütlerinin elemanlarının zindanlarda ölünceye kadar hiç kimseyle görüştürülmediği ve küçücük zindanlarda tutuldukları göz önüne alınacak olursa hiçbir hukuk sisteminde mümkün olmayacak şekilde sözde hapisten avukatları tarafından her gün hem kendi katillerine hem de devlete talimatlar yağdırdığını görseniz, devletin bu durumu anında önleyecek ve tedbir alacak gücü olmasına rağmen katiller başının bu talimatlarına neden devam etmesine müsaade edildiğini merak etmez ve onaylar mısınız?
Ülkenin en verimli arazilerine hidroelektrik santrali kurma bahanesiyle doğayı altüst eden, Karadeniz’den Ege ve Akdeniz’e memleketin dört bir köşesinde hukuk ve yargı sayesinde nispeten önüne geçilen bu histeriyle güzelim çam ormanları, ardıç ağaçları, canım meşeler, palamutlar yok olur, endemik bitki örtüsü bir daha geri gelmeyecek şekilde tahrip edilirken, dünyanın en çılgın doğa harikası Çoruh Nehri üzerinde bile acımasızca katliamlara girişen, bütün mahalli hal ayağa kalkmasına rağmen aynı vurdumduymazlıkla hayvanları yuvasız, ağaçları ve çiçekleri boynu bükük bırakan, Toroslardan Kaz Dağlarına güzelim ormanlarımızı maden çıkartacağız diyerek hısım akrabaya peşkeş çeken, doğa katliamını en acımasız şekliyle uygulayan, Görmeli Köprüsü’nden Alionoi, Zeugma’dan Halfeti, İda’dan Truva’ya kadar tam bir Vandalizm sergileyen bu anlayışı onaylar mısınız? Hayır.
Daha düne kadar yabancı devlet başkanlarına son derece çirkin bir şekilde devlet adabını da ayaklar altına alarak ‘Benim maaşım çok düşük. Ancak 3 bin Euro alıyorum.’ diyen kişi bugün Avrupa’nın en zengin yöneticilerinden birisi olursa siz bunu tasvip eder misiniz? Hayır.
Son sekiz yılda bu ülkede kalıcı tek bir yatırıma imza atmayan ancak Telekom, Erdemir, İsdemir, Divriği Demir Madeni İşletmeleri, Hekimhan Demir Madeni İşletmeleri, İskenderun İsdemir Limanı, Ereğli Erdemir Limanı, Çelbor, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Tüpraş, Amasya Şeker Fabrikası, Kütahya Şeker Fabrikası, Adapazarı Şeker Fabrikası, Esgaz, Bursagaz, ETİ Elektro Metalurji Anonim Şirketi, ETİ Bakır ve Krom İşletmeleri, Çayeli Bakır İşletmeleri, Türkiye Demir Çelik İşletmeleri ve bütün mal varlıkları, İskenderun, İzmir, Mersin, Çeşme, Kuşadası, Trabzon, Karaburun, Turgutreis başta olmak üzere bütün limanlar, Mavi Marmara (Gazze’ye yardım rezilliği için peşkeş çekilen) feribotu, Ankara feribotu, Samsun feribotu, Türkiye Denizcilik İşletmelerine ait neredeyse bütün gemiler, Sümer Holding’e ait fabrikalar, çeşitli illerdeki 21 arsa, 115 taşınmaz mal, 5 bina, 16 dükkân, Ditaş, Taksan, Gerkonsan, Tümosan İşletmesi, TZDAŞ, Sakarya Traktör İşletmesi, SEKA ve SEKA’ya ait arsalar, araziler, Havelsan AŞ, Aspilsan, Nevruz AŞ, USAŞ ve bütün taşınmazları, TEKEL alkollü içecek fabrikası (250 milyon dolara tesislerin tamamı bir partili tarafından 5 yılı ödemesiz peşin alınmış, hemen ardından Amerikalı/Texaslılılara peşin ve ¾’ü 950 milyon dolara satılmıştır. Böylece fabrikanın %25’i yanında tek bir parmak oynatmadan 700 milyon dolar para sahibi de olunmuştur devlet malıyla.) Gemlik, Samsun, Kütahya gübre fabrikaları ve tüm mal varlıkları, Şanlıurfa ve Tekirdağ’da araziler, PETKİM ve bütün arazileri, Et-Balık Kurumu ve bütün kombinaları, 11 mağazası, 23 bürosu, 12 lojman, 4 arsa ve 4 dairesi ile 1 bina ve 131 taşınmaz mal, Samsun ve Mersin soğuk hava depoları, SÜTAŞ, yüzlerce arsa, Manisa, Adana, Gebze’de yüzlerce taşınmaz mal, arsalar, araziler, lojmanlar, arabalar, Ortadoğu Teknopark, Kıbrıs Türk Havayolları (Türkiye’nin en büyük özel havacılık şirketi Pegasus dururken batmakta olan Atlasjet’e verildi. Neden acaba?) Başak Sigorta ve yüzlerce taşınmaz malı, arsa ve arazileri, TEDAŞ, Ataköy Marina, Ataköy Otelcilik, Hilton, Çelik Palas, Büyük Ankara, Büyük Efes, Büyük Tarabya otelleri, Kızılay İşhanı, Emek İşhanı, memleketin bütün araç muayene istasyonları, Kuzgun, mercan, İkizdere, Çıldır, Beykoz, Ataköy Hidroelektrik santralleri, Denizli Jeotermal Santrali, binlerce dönüm araziyi “babalar gibi satan” ancak ele geçenin kocaman bir sıfır olduğu bir ülkede olumlu şeyler olduğunu düşünebilir misiniz? Hayır. Sadece bunlar bile akil Türk insanının, güzelim Anadolu’nun vicdanının sesini dinlemesine yetecek milyonlarca sebepten bazılarıdır. Bu ülke hepimizin her şeyiyle, ayrık otları da bizim, menekşeler de, gelincikler de bizim deve dikenleri de. Marifet onları ayrıştırmak değil, aynı bahçede ve aynı saksının içinde özenle koruyabilmek. Yapamayana dersini vermek de Anadolu insanının en ulvi görevidir ve o hassas terazisiyle kendisini Aziz Nesin’lik görenlere de dersini en ağır şekilde verecektir herhalde. Hayırlara vesile olacak bir bayram, hayırlarla dolu bir bayram sonrası diliyorum herkese. Dostlukla kalın.
Not. 2007 yılından beri sorgusuz sualsiz zindanlarda tutulan gazeteci Ergün Poyraz’ın Takunyalı Führer kitabını herkese tavsiye ediyorum.
ULVİ KESER
İLK KURŞUN
FBKG