Bilgi Toplumunun İtici Gücü Bilim İnsanlarımız Emperyalizme Kurban Ediliyor!
Türkiye iyi mühendisler, doktorlar, bilim insanları yetiştiriyor. En iyi mühendislerimiz NASA’da görev yapıyor ve NASA’nın başarılarına katkı sağlıyor. En iyi doktorlarımız Amerika’nın en etkili ve başarılı hastanelerinde görevdeler.
En iyilerini dışarıdakilerin kurumları ve şirketleri kapmışlar. Bu insanlarımız haklı olarak çalıştıkları kurum ve şirketlerin başarılı olması ve daha fazla kazanması için çaba göstereceklerdir.
Bu başarılı insanlarımız kendi kazançlarını ve ünlerini büyütüyorlar. Onların bu işlevi hem kendilerini hem de çalıştığı şirket ya da kurumu ileriye götürüyor.
Yetenekli bireylerimizin bireysel çıkarları ile çalıştıkları yabancı şirket ve kurumların çıkarları doğal olarak örtüşmüş durumda.
Türkiye’ye katkısı ise Hürriyet’te çıkan bir haber oluyor. “…… Amerikan
şirketinin başına geçen Türk …….” Haberi okuyarak insanımızla gurur duyuyoruz; ne çelişkili bir durum, sanki 100 Metre Dünya rekorunu kırmış bir atletimiz gibi görüyoruz onları. O aslında öbür takımda, bizimkilere karşı oynuyor. Beşiktaş-UEFA kupasında Portekiz’in Porto’suna düşünce Q7 Beşiktaş’ın kazanması için oynayacaktır, aynen iş hayatında olduğu gibi. Portekizlilerin, Q7’ye, “Bize ne güzel de gol attı” demesi kadar komik bir durum.
En iyileri kendi şirket ve kurumlarımızda tutacak bir politika izleyemiyorsak Senegal ve Nijerya’nın durumuna düşeriz. En iyiler yetişiyor ve başkaları tarafından kapılıyorsa burada bir yanlışlık var demektir.
En iyi Türk mühendisleri TÜBİTAK’ta, ASELSAN’da, Koç’ta, Sabancı’da çalışmalılar. En başarılı Türk sağlık uzmanları bizim tıp fakültelerimizde, sağlık kurumlarımızda istihdam edilmeliler.
Bireysel çıkarlar ile toplumsal çıkarlar o zaman örtüşmüş olur. Amerika, Fransa, Almanya, Kanada ve diğer uygar ülkeler yetiştirdiklerini kaptırmamak için ellerinden gelen çabayı gösteriyorlar. Makro politikalarını ve stratejilerini bu yönde hazırlayıp uyguluyorlar.
Ya politikacılar?..
Politikacılar tersine bir korelasyon gösteriyorlar. Gelişmiş ülkeler azgelişmişlerden iyi mühendis ve doktor yerine kötü politikacıyı tercih ediyor.
Bu yalnızca Türkiye’ye has bir durum değil. Katılımcı demokrasiyi yerleştiremeyip sadece biçimsel demokrasi içinde kalmış ülkelerde bu kural geçerli oluyor.
Kötü politikacı tercih ediliyor; iyi futbolcudan, mühendisten, biIim insanından farklı olarak. Çünkü kötü politikacı onların işine daha fazla yarıyor.
Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında nazırlar ve paşaların önemli bir bölümü, İngilizci, Almancı ya da Frankoman olarak anılmıyor muydu?
Bilim insanı ve sporcularla politikacılar arasındaki bu tersine korelasyonu Roma İmparatorluğu’na kadar götürebiliriz. Roma Akdeniz çevresindeki egemenliğini büyük ölçüde böyle sağlamıştı. “Bütün yollar Roma’ya çıkar” özdeyişinin arkasında, bu gerçeğin yattığına inananlardanım.
“Bir Türk büyük Amerikan ya da Atman şirketinin başına geçti” haberini televizyonda ya da gazetede görüp işittiğim zaman içim burkulur. Niye bunlar bizim büyük şirketlerimizin, kurumlarımızın başında değiller diye düşünürüm.
Çok doğal olarak karşımızdakiler bizim en iyileri kaptıkları zaman kalemizde yiyeceğimiz goller de artacaktır.
Uluslararası ekonomi ve bilim hayatında işler futbol estetiğinden ve zevkinden çok uzaktır ve acımasız bir savaş sürüp gider. İyileri toplamayı başaranlar küresel egemenliklerini de arttırırlar.
İkinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında Sovyetler Birliği ile ABD arasındaki bilim adamı kaçırmalarını gözümüzün önüne getirelim. En iyileri kapmak için A’dan Z’ye her türlü yöntemi uyguladılar.
Uluslararası alanda bu savaş bugün de bütün şiddeti ile sürmektedir. En masumu, sporcuların kaçırılıp devşirilmeleridir. Ama iş ve teknoloji alanındakiler çok acımasızdır ve bütün çirkinlikleri fazlasıyla içerir.
EROL MANİSALI