Deniz Som: Mümtaz İdil İlk Kurşun’da
UZUN süredir medyadan uzak duran kültür insanı Mümtaz İdil, internet sitesi “ilk kurşun”da (www.ilk-kursun.com) yazmaya başladı:“Aydınlanma Çağı’nın meşalesini yüreğinde ve elinde taşıyan filozoflar ve sanat insanları, bilimin din hegemonyasından kurtulmasını sağlayarak önünü açtılar.
Felsefe, hiç olmadığı kadar bilimin önünde koşuyor ve varsayımlarla olabilecek tüm verileri ortaya koyuyor, kenara çekiliyordu. Bilim, tıpkı buğdayları saplarından ayıran hasat makinesi gibi felsefe ve sanatın açtığı yoldan ilerliyor, akıl almaz buluşlar ardı ardına geliyordu. Sanat ve felsefenin bu liderliği İkinci Dünya Savaşı’nın sonu ve soğuk savaşın başlangıcına kadar sürdü. Son temsilciler olarak varoluşçu yazarlar, yaşamın anlamsızlığı ve kendileri dışında bir karar mekanizmasının kabul edilemez olduğunu haykırmaya başladılar.
Ancak, Aydınlanma Çağı’nın ivmesiyle oldukça hızlı bir değişime giren diyalektik materyalist gelişimin etkisi, varoluşçuların filizlenmesini olumsuz yönde etkilemişti. 20. yüzyılın ilk yarısında iki dünya savaşı birden yaşayan insanlık, bilimsel buluşların ve teknolojinin her zaman kendi yararına kullanılmadığını fark edince felsefe bir süre siyasete yaklaştıysa da, etkinliği azaldı.
Bilim ve teknoloji, Aydınlanma Çağı’nın meyvelerini tüm hızıyla toplamakla kalmıyor, insanlığın zararına uygulamayı da birlikte kullanıyordu. Artık paradigmaların iflası söz konusuydu. Paradigmaların yerini ‘para’ almıştı yani. Tek kutuplu ve paranın egemen olduğu dünyada kendi yağı ile kavrulamayan ülkeler, kaderlerine terk ediliyordu. Kendine bir yer bulmak isteyen Türkiye’ye ise, ‘çok kocamansın, küçül de gel,’ telkinleri yapılıyordu.
İşte tam bu noktada, Türkiye gibi son elli yıldır kültür, sanat, felsefe, tarım gibi alanlarda sürekli geri giden, montaj sanayisi ile de teknik alanda ilerliyormuş gibi görünen ülkeler din sarmalına alındı. Sonuçta felsefe tamamen piyasadan çekilirken, sanat da eğlencelik haline dönüştü. Roma İmparatorluğu’nun yıkılmadan önceki safahat gecelerini andıran keşmekeşlik, yozluk sanat olarak benimsenmeye başlandı.
Oysa sanatın Aydınlanma Çağı’ndaki kadar güçlü bir şekilde dönmesiyle ancak Türkiye ayakta durabilirdi. Bunu yapacak ‘sanatçı’ gerekiyordu. Bir turnusol kâğıdı işlevi gören bu dönem, tarihe bu süprüntüden birkaç isim bırakarak geçecektir. Sizce aynı renkte kalacak kaç sanatçımız var?”
Tevfik Fikret’i anarken
BOY pos, soy sop tartışmalarının başını alıp gittiği şu günlerde Aziz Naci Doğan, Ahmet Muhip Dıranas’ın sadeleştirdiği Tevfik Fikret’in Devenin Başı şiirini anımsatırken şöyle diyor:
“Tevfik Fikret’in ustalıkla kullandığı eğretileme sanatı yoluyla Kızıl Sultan Abdülhamit’e amansız vuruşlar yaptığı bu eşsiz taşlamanın, artık ‘Geliyorum’ değil, ‘Geldim’ demenin eşiğindeki dinci faşizm rüzgârı karşısında başını kuma gömmüş günümüz toplumuna ne ifade edeceğini hiç bilmeksizin, büyük şairini 95. ölüm yıldönümünü anmak için…”
Vaktiyle büyük bir devenin bir başı varmış…/ Başsız deve olmaz ya, masal, neyse; bütün gün/ Yaz kış, bu beyinsiz, bu çürük baş/ Çöl, kır, tepe, dağ, taş/ Bîçareyi beyhude sürükler ve yorarmış…/ Bîçare ağır gövde ne yapsın, kime küssün?/ Bir karga bulup derdini dökmüş, o demiş: -Vah!/ Baştan büyük Allah… Başa gelmiş çekeceksin./ Artık işe hörgüç bile şaşmış,/ Kuyruksa dolaşmış/ Baştan başa sağrıyı; fakat kimseyi Allah/ Baştan düşürüp kuyruğa baktırmasın; ilkin/ Bir parça durup dinleyen olmuşsa da git git/ Âlem bu uzun derdi işitmekten usanmış;/ Artık kime dinletmeye gitse,/ Kim duysa, işitse/ Yüz vermediğinden, devecik sessiz sedasız/ Bir hendeğe inmiş, başı koymuş, ve uzanmış/ Birden çekilip: “Haydi -demiş- cehenneme, mundar!”/ Haksızlık eden başları bir gün… koparırlar.
Baba
Zekai Buluç: “Ulusal sanayi dinamiklerinin ‘babalar gibi satıldığı Türkiye’de olacak olan buydu: Her üç işsizden biri baba!”
Yağmur Deniz
Amerika, Türkiye’ye ültimatom vermemiş.
Recep isterse söke söke alır!
Oylama
Ahmet Önen: “Referandum için gümrük kapılarında oy verme işinden sonra, şimdi sıra mezarlık kapılarına sandık koymaya gelmiştir!”
Epilasyon
Soner Önal: “Hayır oyu vereceklerin vatan sevgisini eleştiren metalik saçlı Egemen Bağış, ülkenin bankaları, limanları satılırken epilasyon mu yaptırıyordu!”
Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.”