Başbuğ’un “Mehmet Metiner”i Belli Oldu – Açık İstihbarat
Erdoğan’ı savunması klişenin ötesinde kültleşmeye aday bir savunmadır.
“Mehmet Bey, Erdoğan’ı akrabanızı öperken görmüşler” deseniz;
“Ne var canım bunda, öpecek tabi. Siz %47 oy almış bir başbakanın akrabamı öpme hakkına demokrasi adına nasıl karşı çıkabilirsiniz”
mealinde bir cevap vereceğine emin olabilirsiniz. O kadar başarılıdır ki; siyasi yağcılık tarihimize bir “Mehmet Metiner Ödülü” konsa yeridir.
Mehmet Metiner’i tanırsınız. AKP’nin en değerli dülbendoğlanlarından biridir.
Surattında sürekli taşıdığı bir “elinden oyuncağı alınmış çocuk” ifadesi ile ekranlarda AKP ve Erdoğan ne yapsa savunan pozisyonda bulabilirsiniz.
Erdoğan’ı savunması klişenin ötesinde kültleşmeye aday bir savunmadır.
“Mehmet Bey, Erdoğan’ı akrabanızı öperken görmüşler” deseniz;
“Ne var canım bunda, öpecek tabi. Siz %47 oy almış bir başbakanın akrabamı öpme hakkına demokrasi adına nasıl karşı çıkabilirsiniz”
mealinde bir cevap vereceğine emin olabilirsiniz. O kadar başarılıdır ki; siyasi yağcılık tarihimize bir “Mehmet Metiner Ödülü” konsa yeridir.
İşte bu ödüle layık yeni bir aday var. Bu sefer Erdoğan’ın yerinde İlker Başbuğ var.
Başbuğ’a Metiner’i kıskandıracak düzeyde övgüler dizen ise OdaTV yazarı Nuran Yıldız.
Aşağıda okuyacağınız üzere Başbuğ’un verdiği röportajı kendince öyle bir analiz etmiş ki; Başbuğ bile kendi kendine şaşırmıştır.
Nuran Yıldız’ın bu yazı üzerine bir çok “aferin” aldığı kesin. Ee; Genelkurmay’a kendini iletişim uzmanı diye pazarlamak kolay olmuyor. Aynı hamamda terleyenler, karşılıklı birbirini keseleyip duruyor.
Genelkurmay’da bu tarz uzmanlar yüzünden bir iletişim kazasından diğerine koşuyor ama kim takar…yeter ki ellerinde ne deseler alkışlayacak, ne yapsalar “aferin paşam” diyecek bir kadro bulunsun.
Nuran Yıldız ; metaforik edebi bir üslupla kendince iletişim bilimini harmanlayıp yazısında güya Başbuğ’un satır aralarını incelemiş, kaç kere derin nefes aldığını bile saymış.
“İletişim uzmanı” olmadığımız için Başbuğ’un satır aralarını okumak ne haddimize.
Ama “Mehmet Metiner” uzmanı bir site olarak , Nuran Yıldız’ı “Başbuğ’un Mehmet Metiner”i ilan etme hakkımızı kendimizde buluyoruz.
Bu kadar içeriksiz bir konuşmaya bu kadar derin anlamlar yükleyebilmek gerçekten farklı bir yeteneği gerektiriyor.
Alkışlar; aşağıdaki yazısı ile Nuran Yıldız’a …
Açık İstihbarat
Nuran Yıldız’ın OdaTV’de yayınlanan müthiş Başbuğ Methiyesi
Satır aralarına takıntılı biri için özel röportajlar iştah açıcı sofra gibidir. Söylenenle yetinmemek…
Söyleme biçimine odaklanmak…
Ağızdan çıkan sözcükleri çengelli iğneye dizip yeni cümleler kurmak…
Konuşmacının soluklandığı yerde durmak…
Soluğu bırakış şiddetinden ruh durumunu analize cesaretlenmek…
Ne işkencedir… Ne keyiftir…
Sonuçta fazlasıyla caziptir, işi sözcükler olan biri için…
Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’un, “güvenilir gazeteci” Uğur Dündar’la söyleşisini izlerken…
Bir satır arası avcısı gibiydim ben… Çalılıklar arasına gizlenmiş sözcüklerin saklandıkları yerden çıkmasını bekleyen bir avcı…
Gitmesine iki aydan az süre kalmış bir Genelkurmay Başkanı konuşuyorsa… Saatler sürüyorsa anlattıkları…
Ve ilk cümlesiyle son cümlesi arasında enerjisi zerre düşmüyorsa…
Dinlediğiniz şey bir söyleşi değildir… Bir iç dökümüdür aslında…
İç dökümü… Yaprak dökümü gibi bir şey…
Kalsa içinizde, çürüyecektir…
Kaç kez derin soluk aldı saymayı bıraktım.
Görevde olduğu son iki yıl, herhalde Genelkurmay Başkanları tarihinin en zor iki yılıdır… Savaşmayı öğrenmiş bir adamın, düşmanın hangi siperde durduğunu bilip de saldırmamayı kendisine ve ordusuna telkin etmesiyle geçen…
Eliyle koymuş gibi bulacak kadar tespit ettiği, resmini fotoğrafını çekmiş gibi çizdiği “düşman”ın, kim ve nerede olduğuyla ilgili hiçbir şüphesi olmadığı halde hem de…
Bir yandan sel olup taşar gibi konuşup, bir yandan o “bildiğini bilmezlikten gelme” üslubuyla, ordusuna karşı saldırıların gerekçesini“Tesadüf mü? Bir yerlerden mi planlanıyor? Bir merkezden yönetilen faaliyetler mi?” diyerek ortaya koyarken…
Yetinmiyor, “Birisi, 2008 Ocak’ta diyor ki ‘şunlar olacak’, o söylenenler oluyor..” sözleriyle saldırganı göstermekle kalmıyor, parmağını onun gözünün içine sokuyor sanki.
Eşgalini verdiği saldırganın suç ortaklarının da tanımını veriyor, kim bilir kapalı kapılar ardında kaç kez muhataplarıyla paylaştığı…
Mertliği erdem bilen bir adamın, kalleşlikle baş etmenin tüm zorluklarını yaşadığı iki geçmek bilmez yılın ardından…
Bir başına olsa çıkıp ortaya yakıp yıkacak kadar kızgın ve yine de ordusunun sabırlı ve metanetli olmasını sağlayacak kadar saygın…
“İlk sözüm neyse son sözüm odur” diyecek kadar kararlı…
Kaç kez derin bir iç çekti saymadım. Ama soluğunu her bırakışta, içinde tuttuğu isyanların dökülüşü önüne gelen ne varsa boğacak kadar şiddetliydi…
“26 yılda asker, 5 kez bitirmiştir terör örgütünü…” derken durumdan sorumluların kimler olduğunu işaret ediyordu…
Kaç kez “Doğru bir soru sordunuz”, kaç kez “Güzel soru” dedi sayabildiniz mi? Bir soruyu bile sevmenin ne anlamlara denk geldiğini kaçımız fark edebildik?
Yanlı ve de çokça art niyetli sorulardan bıkmışsanız… Bilgisizlik ve yüzeysellik akan gayriciddi sorulardan daralmışsanız… Soruyu övebilirsiniz, çıplak ve yalnızca “soru” olduğu için… Burası Türkiye…
Saygısızlığın ve küstahlığın erdem kabul edildiği günlerde…
Eski ve yeni silah arkadaşlarınız dizi dizi alınıp, götürülmüşlerse, suçlarını bile bilmeden… Savaşta gibi ama savaşta değilseniz…
Bildiğiniz iki yol varsa mücadelede… Biri savaşmaksa ve o yol kapalıysa… Ve diğeri, hukuksa… Hukuk da size dönmüş bir silaha dönüşmüşken hem de… Ve yine de hukuka inanmak, akla inanmak felsefenizin ödünsüz bir sonucuysa…
Yine de…
Hayata savaş ve silah çerçevesinden bakan dünyanın tüm ordularının aksine… Bu ülkenin en güvenilir gazetecisine emekli ve muvazzaf subayları için üzüldüğü kadar, bilim adamı Prof. Haberal’a da, gazeteci Balbay’a da üzülmeyi “vicdani hareket” olarak tanımlıyorsa…
Öyle bir yerinde konuşmasının, “Kim ne anlarsa anlasın” diyorsa… İşte o an, tüm askerlik mesleği süresince, 48 yıldır mahrum kaldığı söz söyleme özgürlüğünün tadını çıkardığı andır…
Göreve geldiği Ağustos’ta demiştim ki “ Org. Başbuğ demokrasi için şanstır.” Şimdi sormak hakkım ve zamanı değil mi “Haksız mıymışım?”sorusunu?
Bir söyleşi değildi izlediğim… Derin bir iç dökümü…
Bir muhasebe…
Ordusuna yapılan saldırılar hakkında bir suç duyurusu…
Bir düşünce ve sıkıntının devir-teslim töreniydi adeta…