Yöneticiler, Emperyalizm ve Sonrası
Bu yazıya Atatürk’ün son derecede anlamlı ve uyarıcı iki sözüyle başlamam gerekiyor; şöyle diyor Büyük Rehberimiz: “Toplumsal gelişmenin de, çürümenin de temelinde yöneticilerin tavırları yatar”. Ancak bu tespitle yetinmeyip çareyi de gösteriyor: “Aziz milletime şunu tavsiye ederim ki, bağrında yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki öz cevheri çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an geri kalmasın!”
I) Bugün Batı, dünyanın nerdeyse merkezi durumunda: Servet, şatafat onda, lüks, refah da onda. Gücü de var, siyasal, askerî, bilimsel… Peki nasıl sağlamış bunu? Hepimizin beynine ta çocukluğumuzda işledikleri için, “elbette bilim ve teknoloji sayesinde” diye yanıt vereceksiniz. Ben de -bilmem kaçıncı defa- yerimden fırlayıp “Hayır, sadece ondan değildir!” diye haykıracağım. Evet, yalnızca bilim ve teknoloji değildir Batı’nın refah, zenginlik ve güç kaynağı… O ahlâkî olmayan, en utanılacak yollardan da zenginleşip güçlenmiştir. Ve öyle sanıyorum ki bu sonuncu faktörün payı, en az birincisi kadar büyüktür.
Sample Image Peki, nasıl başardılar bunu? Önce sömürgecilikle, ardından emperyalizmle…
Basit bir tanımla sömürgecilik “bir ülkenin, başka bir ülkenin ekonomik kaynaklarından zorla faydalanarak zenginleşmesi”dir. Sanayi Devrimi’nden sonra ortaya çıkan Emperyalizm ise “Ekonomik bakımdan ileri ülkelerin, diğer ülkelerin ekonomik kaynaklarını, pazarlarına ele geçirerek zenginleşmesi”dir.
Peki İngiltere, Fransa, Portekiz, İspanya, İtalya, Almanya,… gibi ülkeler sömürgeciliği,emperyalizmi nasıl gerçekleştirdiler, nasıl gerçekleştiriyorlar? Birkaç faktör sayabilirim, ancak ben bunlardan birini öne çıkaracağım: Atatürk’ün “dahili bedhahlar” dediği iç düşmanların ortaklığı!… Her zaman söylüyorum, eğer içimizdeki işbirlikçiler olmasaydı, Batı hiçbir ülkeyi sömüremez, dünyada emperyalizm diye bir canavar olmazdı. Gerçekten Çirkin Batı Çevre ülkelerin -kimi işadamları ile aydınlarının yanı sıra- yöneticilerini elde edip onları kullanıyor, kendi ideolojilerini dayatıp o ülkeleri bile bile borç batağına, ardından iflasa sürüklüyor. Her şeyi, bilimi, uydurma ekonomik teorileri araç olarak kullanıyor. Bunun içindir ki fırsat buldukça tekrarlıyorum: Avrupa uygarlığı yalnız bilim ve teknoloji üzerinde değil, aynı zamanda insan kemikleri üzerinde de yükselmektedir.
II) Unutmayalım ki “Balık baştan avlanır.” Çünkü baş nereye giderse, ayaklar da oraya gider. Bir ülkede hükümet olan, egemenliği de ele geçirdiği için, halk kitlelerini istediği yere sürükleyebiliyor.
Derin Merkez hayatın bu gerçeğinden hareketle, evvelâ Çevre ülkelerin liderlerini, yöneticilerini elde etmeye çalışır. Onları büyük emperyalist ülkelerin, örneğin ABD’nin ekonomik çıkarlarını gözeten küresel bir ağın parçası haline getirir. Ağa düşürülen yöneticiler, Amerika’ya sadakatlerini ispat edecek şekilde ülkelerini borç batağına sürükler. Özellikle bu sonuç sağlandıktan sonradır ki, o ülkenin liderleri Derin-Merkez tarafından, Amerika’nın, diğer sanayileşmiş ülkelerin politik, ekonomik ya da askerî amaçları hizmetinde kolayca kullanılır, hem de sürekli olarak. Ancak bu oyun açıkça değil, örtülü olarak oynanır. Her şey ayarlanır. Çünkü “kullanılma” karşılığında, o liderler de koltuklarını ve geleceklerini güvenceye almış olurlar; kendi halklarına “parlak bir gelecek”, “nurlu ufuklar” vaat ederler; sanayi kuruluşları, elektrik santralleri, havaalanları, limanlar, duble yollar, tüneller vaat eder, bazılarını gerçekleştirirler de. Çünkü hiçbir şey yapmazlarsa yalanları ortaya çıkar, iktidarları tehlikeye girer; elde göstermelik bir şeyler bulunmalı propaganda için, göz boyama için. Ancak ne pahasına! Çünkü hedef ülke soyulurken, Derin Merkez de kendi hedefine ulaşmıştır: ABD’nin, Almanya, İngiltere, Almanya, Japonya’nın,… dev şirketleri inanılmaz ölçülerde zenginleşir. Ve bu oyun hiç bitmez, sürekli tekrarlanır.
III) Kullanılan mekanizmayı kanıtlayıcı bir belge sunmak isterim size, kendisi de “mekanizmanın bir parçası olarak çalışmış olan, yani bir “ekonomik tetikçi” olan John Perkins’in ses getirmiş kitabından[i] bir alıntı yaparak:
Ekonomik tetikçiler dünya üzerine dağılmış, ulus ötesi şirketler hesabına çalışan, seçkin bir gruptur. Bütün hedefleri güç ve paradır, diğer ülkelerin kaynaklarını ABD hesabına ele geçirmektir. Birkaç servet tutkunu insanın dünya egemenliğine, onların küresel imparatorluk rüyalarına adamışlardır kendilerini. Modern küresel imparatorluğun kuruluşuna tuğla taşır, onun gerektirdiği koşulları yaratmak için çalışırlar. Ekonomik tetikçiler özel olarak seçilir, özel olarak yetiştirilir. Amerikan istihbarat örgütleri tarafından belirlenir, ulusötesi şirketler tarafından işe alınırlar.
Ekonomik tetikçinin üç temel amacı vardır:
i) Dev mühendislik ve inşaat projeleri aracılığı ile, parayı Amerikan şirketlerine geri döndürecek büyük uluslararası kredileri haklı göstermek.
ii) Dünya liderlerini ABD’nin ticarî çıkarlarını gözeten büyük bir ağın parçası haline getirmek; bu liderleri, sadakatları garanti edilecek şekilde borç batağına saplamak. İşte bir ekonomik tetikçinin bu amaçla ilgili itirafları: Liderleri politik, ekonomik veya askerî ihtiyaçlarımız için, ne zaman istersek kullanabiliriz. Karşılığında onlar da halklarına sanayi siteleri, elektrik santraları, “duble yollar” ve havaalanları sağlayarak politik durumlarını güçlendirirler. Bu arada biz de kendi hedefimize ulaşırız: Amerikan mühendislik ve inşaat firmaları inanılmaz ölçülerde zenginleşmiş olur.
iii) Kredileri alan ülkeleri iflas ettirmek için uğraşmak; böylece alacaklılarına sonsuza kadar borçlu kalıp alacaklı ülkenin bir desteğe ihtiyacı olduğunda kolay birer araç olmalarını sağlamak.
Eğer ekonomik tetikçi başarılı olamazsa devreye “çakal” adı verilen ajanlar girer. Çakallar gölgededir; ortaya çıktıklarında, devlet başkanları ya devrilir ya da bir “kaza” (!) sonucu hayatlarını kaybeder. Bunlar da başarılı olamazsa, Afganistan ve Irak’ta olduğu gibi Amerikan askerleri zorbalığa, öldürmeye ve yok etmeye gönderilir.
IV) Yabancılarla böyle bir ilişki içinde olan yöneticilerle, Türkler ilk kez Tanzimat döneminde tanışmıştır. Onun için bu tip idarecilere “Tanzimat kafalılar” adı verilebilir. Modern Türkiye’nin yönetimi de uzun süredir Tanzimat kafalı adamların eline geçmiştir. Tanzimat zihniyeti Batı’nın arayıp da bulamadığı şeydir. İşler bugün öyle bir noktaya gelmiştir ki emperyalist ülkelere şu söz yetiyor, her istediklerini alabilmek için: Önce reform, sonra para!
Görülüyor ki hükümetlerimizi “para” ile terbiye ediyor, onunla güdüyorlar. Demek ki Derin-Merkez’in Türkiye üzerindeki emellerini gerçekleştirme araçlarının başında para geliyor, borçlandırma geliyor. Göze kestirilen kişiler, kuruluşlar, etkili ve yetkililer para ile satın alınıyor. Çıkar aracı elbette ikbal da oluyor, koltuk da oluyor. Tabii bunun karşılığında onlar da efendilerinin taleplerini birer birer yerine getiriyorlar, yoksul ve talihsiz milletimizin sırtından.
Batı’nın uyguladığı bu tutsaklaştırma mekanizmasının genel işleyişi şöyledir:
Derin Merkez -ve onun yönetimi altında bulunan ABD, İngiltere, Almanya, Fransa gibi Merkez ülkeleri- Türkiye gibi ülkeleri sürekli sömürmek için altı silahtan oluşan bir strateji kullanıyorlar. Önce serbest ticareti kabul ettiriyorlar o ülkenin yöneticilerine. Ülke mali bakımdan sıkıntıya düşünce dış borçlanma ve özelleştirmeler dayatılıyor. Bu yoldan ülkenin fabrikaları, bankaları, limanları yabancılara satılıyor. Bu sıradayabancı sermaye yoluyla da ülkeye girmeye başlamıştır parababaları. Nihayet hükümete yasa çıkarttırıp ülke topraklarını da satın almaya başlıyorlar. Mekanizmada azınlıklar da rol alıyor, demokrasi rejimi kolaylaştırıcı bir araç olarak kullanılıyor.
V) Peki ne yapılabilir, nasıl kurtulabiliriz bu tehlikeli gidişten? Batı’nın karşısına “Atatürk duruşu”yla dikilen kadrolar iktidara gelmedikçe tutsaklaşma böylece sürüp gidecek, Türkiye sonunda yeniden Batı’nın bir sömürgesi olup çıkacaktır. Atatürk duruşu, Atatürk’ün öğütlerine uyularak sağlanabilir. En önemlilerini aşağıya alıyorum:
-Önce sosyal ahlak… Eğitim sistemimiz gençliğimize bu ahlâkı aşılamalıdır.
Ulusa efendilik yoktur; ona hizmet etmek vardır. En iyi insan kendinden çok üyesi olduğu toplumu düşünen, kendini halkının varlığına ve saadetine adayan kişidir. Kendimiz için değil, ulusumuz için çalışalım. Çalışmaların en büyüğü budur.
-Tüm hayatımızı gerçekçi amaçlara yönlendirmeliyiz. Halkımıza eliyle tutabileceğireel ve somut eserler sunmalıyız.
-İnceleme ve araştırmalarımıza konu olarak kendi ülkemizi, kendi tarihimizi, kendi özelliklerimizi ve ihtiyaçlarımızı almalıyız. Aydınlarımız belki bütün dünyayı, bütün öteki ulusları tanır, ama kendimizi bilmez. Dünyanın her türlü biliminden, buluşlarından, ilerlemelerinden yararlanalım; ama asıl temeli kendi içimizden çıkarmalıyız.
-Aydınlar halka yaklaşmalı, halkla kaynaşmalıdır.
-Ülke işlerinde, ulus işlerinde duyguya, hatıra, dostluğa bakılmamalı. Sıradanpolitikacılıkla ulusu parçalamak hıyanettir.
-Sorumluluk yükü her şeyden, ölümden de ağırdır.
Ayrıca şu esaslar belirleyici olmalıdır:
-Devlet yönetimi liyakata dayandırılmalı ve uygulanan politikalarda süreklilik olmalıdır.
– Tanzimat kafalılara karşı mücadele edilmelidir. Tanzimatçı zihniyetin mahiyet ve zararlarını milletimize anlatmanın yolları araştırılmalıdır.
-Her ne şekilde olursa olsun, yabancılardan para alınması önlenmelidir. Yatırımlar iç tasarruflarla finanse edilmelidir.
-Dış borçlanmadan kesinlikle vazgeçmeli ya da çok istisnai durumlara özgü kılınmalıdır.
-Uygulanacak bütün politikalar devletimizin iki temel direğini güçlendirmeye yönelik olmalıdır: Millî Egemenlik ve Tam Bağımsızlık.
Çarşamba, 23 Haziran 2010
[i] John Perkins, Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları, (Çeviren: Murat Kayı), 2.B., April Yayıncılık, Ank., 2005.
Prof. Dr. Cihan Dura