Nazım Hikmet Memleket, Memleket…
“Yıllar var ki ter içinde
taşidım ben bu yükü
bıraktım acının alkışlarına
3 Haziran ‘63’ü…”
Hasan Hüseyin Korkmazgil
Bugün 3 Haziran… Bu dünyadan Nazım geçeli tam 37 yıl olmuş…
İskenderun’daki hain saldırıda şehit olan askerlerimizi son yolculuğuna uğurladık, İsrail saldırısında hayatını kaybeden insanlarımıza üzüldük, saldırılardan yüreğimiz yandı. Ergenekon tertibi yargının kapısına dayandı… Öfkemiz taştı. Bütün bu olayların arasında anıyoruz Usta’yı. Unutmak olmazdı elbet. Yalnız onu değil, aramızdan 2 Haziran 1970’de ayrılan Orhan Kemal’i ve 2 Haziran 1991’de yitirdiğimiz Ahmed Arif’i de anmadan geçemezdik…
HERKES NAZIM DİYOR
Yine Nazım diyoruz evet. Sadece biz değil başka diyenler de var. Şiirlerini kimler okumuyor ki kürsülerden: Vatansız ‘solcular’, AKP saflarında demokrasi laklakları yapan ‘şovalyeler’, kafatası avcılığına ‘milliyetçilik’ mührü vurdurup ortalıkta rahatça dolaşanlar, emperyalistlerin kucağında özgürlük ninnisiyle uyuyup serpilme düşleri gören ve kurdukları ‘Sol Patent Enstitüsü’yle tescil etmediklerine ‘solcu değilsin’ diyebilme yeteneğine sahip bölücüler, şov malzemesi üretmekte bire bir masonlardan üstün cesaret ödüllü ve ‘mazlum edebiyatının 100 temel eseri içine en okkalı yerden girenler’… Say say bitmez. Herkes okuyor Nazım’ı ve sahipleniyor. Peki kimin bu Nazım Hikmet?
NAZIM HİKMET KİMİN?
Memleket hasretiyle bu dünyadan göçmüş, vatansever, Kuvvayı Milliyeci’dir Nazım Hikmet. Toprağa, kitaba, işe ve ayyıldızlı esir bayrağımıza hasretini haykıran sosyalist bir ozandır. Yalnız, ‘Tepemde bir çınar ağacı olursa yeter, taş maş da istemez’ dediği Anadolu’nun değil tüm ezilen ulusların, işçilerin, köylülerin, işsizlerin, yoksulların şairidir. İnsanlığın sömürüsüz, bağımsız, baskısız, özgür ve gecelerinde aç yatılmadığı yarınlarının özleminin dizelerinde dile geldiği bir bayraktır. Mustafa Kemal’in her ileri hamlesini izleyen vicdana ve akla sahip ‘Mavi Gözlü Bir Dev’.
Ezberimizde hemen hepimizin bir şiirinin mutlaka olduğu, belleğimizin kadim dostu, sevdalıyken de okuyup; şiirlerini sevgiliye seranat yaptığımız bir şair…
Coşkulu, İnatçı, Kavgacı!..
Peki daha da yakından tanıyalım mı ustamızı? 15 Ocak 1902’de Mustafa Kemal gibi Selanik’te doğdu. 61 yıllık yaşamıyla zamana iz bırakan, ulusallıktan evrenselliğe ve ölümsüzlüge ulaşan bir kültür, sanat adamı ve aydın oldu. Coşkulu, inatçı, mücadeleci ve kavgacı bir şairdi o. İlk şiirini 3 Temmuz 1913’te, henüz 11 yaşinda iken yazdı: “Feryâdı Vatan” adlı bu şiirde, Balkan Savaşı yengisini ve düşmanın Çatalca’ya kadar ilerlemesine değindi. 18 yaşındayken yazdığı Gençlik adlı şiirde; “Sana sus derlerken… Haykır! Ey gençlik” dizeleriyle ‘deli’ bir rüzgar gibi eseceğini müjdeliyordu. Milli Mücadele yıllarında ise Anadolu’ya geçen Nazım, Kuvayı Milliyecilerin görevlendirilmesiyle Bolu’da öğretmenlik yaptı.
Burada gördükleriyle yeni bir şiire gitmesi gerektiğini anladı: “Anadolu’ya geçtim. Millet sıska, nuhtan kalma silâhı, açlığı ve bitiyle savaşıyordu Yunan ordularına karşı. Milleti ve savaşını keşfettim. Şaştım, korktum, sevdim ve bütün bunları yazmak gerektiğini sezdim. Şiirle yeni şeylerin, şimdiye kadar söylenmemiş şeylerin ifadeedilmesi gerektiğini sezdim…”
Daha sonra Sovyetler Birliği’ne gidip Doğu Halkları Üniversitesi’nde öğrenciliğe başlayan Nazım, vatan sevdasıyla Sovyetler’den döndü ve
siyasal savaşım ve şairlik başta olmak üzere çok yönlü bir sanatçılığa uzandı.
Mahkemelerle, hapishanelerle tanıştı ve de gurbetliklerle, ayrılıklarla, hasretliklerle…
1928’de Bakü’de ilk şiir kitabı olan Güneşi İçenlerin Türküsü yayımlandı. Ardından 835 Satır ve cezaevi yıllarına kadar çıkardığı Jokond ile Si-Ya-U,
Varan 3, 1+1=1, Gece Gelen Telgraf, Benerci Kendini Niçin Öldürdü?, Portreler, Taranta Babu’ya Mektuplar, Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı gibi şiir kitapları birbirini takip etti.
ŞİİRLERİNDEKİ VATAN SEVGİSİ
İlk Şiirler’de yer alan “İç Anadolu’ya İlk Bakış” adlı şiirdeki; “…Bu ne güzel memleket: Yüksek dağlarında kış,/ Yollarında sonbahar ,deresinde ilkbahar,/Altın güneşinde de yazın sıcaklığı var” dizeleri Nazım’ın genç gönlündeki vatanseverlik ışıltısıyla doludur. Sesini Kaybeden Şehir’de yer alan “Bir Hintlinin Ağzından” şiirinin girişindeki; “Şarktan geliyorum/ Şarkın isyanını haykıraraktan geliyorum…” dizeleri onun vatanseverliğinin ete kemiğe bürünmüş ve antiemperyalist özle bütünleşmiş anlatımından süzülen dizelerdir. Cevap adlı şiirinsonundaki; “Biz,/ adımlarını tarihin akışına uyduran/ temelleri çöken emperyalizme vuran,/ yarını kuranlarız…” dizeleri ise emperyalizme karşı savaşımla bütünleşmiş vatan sevgisinin işaretidir.
Memlekete olan tutkusunu “Memleketimi seviyorum/ Çınarlarında kolan vurdum, hapishanelerinde yattım ./ Hiçbir şey gidermez iç sıkıntımı / memleketimin şarkıları ve tütünü kadar…” dizeleriyle yalın bir şekilde ifade etmiştir.
“HAYATIMIN VE ŞİİRİMİN HESABATI”
Nazım Hikmet, şiirini ve yaşamını özetlediği ve Yeni Adımlar dergisinde Ağustos 73’de yayımlanan bir konuşmasında muhasebesini şöyle yapıyor: “Birkaç gündür kafamın içinde bir soru kımıldanıp duruyor. 60 yıllık ömrümün 40 şu kadar yılında şiir yazdım durup dinlenmeden. Evimde, sokakta, hapiste, trende, uçakta. Bu şiirlerin içinde ne kadarı, insanları barış için savaşa, emperyalist savaşlara karşı savaşa, millî bağımsızlık için savaşa çağırdı. Kırk şu kadar yıllık şairliğimi masamın üstüne koydum. Elimde kalabilen şiirleri okuyorum. Okurlarımın önünde hesap vermek istiyorum. Yüzümün akıyla çıkabilir miyim bu hesabın içinden şair olarak? Şiirleri okudum ve şöyle bir basit istatistik sonucuna vardım: Elimde kalan şiirlerimin yüzde yirmi beşinde, insanlığın en büyük davalarından ikisini, birbirine sıkı sıkıya bağlı iki davayı ele almışım: emperyalist harplere karşı savaş ve millî bağımsızlık savaşı. Bu şiirlerimin tümünü oldukları gibi tekrar etmem imkânsız”.
“SEVDALINIZ HAPİSTİR”
Ülkenin en büyük şairi olan Nazım, siyasi düşüncesinin ve kavgasının bedelini de ödedi. İstanbul, Ankara, Çankırı, Bursa cezaevlerini tanıdı. 10 yıllık bu hapislikte ölümsüz başyapıtları olan “Memleketimden İnsan Manzaraları” ve “Kuvayı MilliyeDestanı”nı yazdı. Hapisane yılları 1950’de çıkarılan genel afla son bulan Nazım, 1951 yılı Haziran’ında çürük raporuna rağmen askere alınmak istenince öldürüleceği endişesiyle yurtdışına çıktı. Dönemin Bakanlar Kurulu’nun kararıyla yurttaşlıktan çıkarılıp vatan hainliğiyle suçlanırken bir yandan da Dünya Barış Konseyi’nin “Dünya Barış Ödülü”nü aldı. 1952’de enfarktüs geçirdi, kalan yaşamını kalp hastası olarak sürdürdü ve 3 Haziran 1963 sabahı Moskova’da yaşamını yitirdi.
“YETER Kİ KARARMASIN…”
Yurduna, büyük insanlık dediği insanlığa ve kadınlara sevdasının şiirini yazdı;
sevdaların şairi oldu yaşamıyla, sözcüsü oldu şiiriyle.
Toplumcu çağdaş edebiyatımızın öncüsü, Türk şiirinin büyük ustası Nazım Hikmet, hem yaşadığı dönemde hem de bugün yapıtlarıyla ve yaşamıyla insanlığa hizmet etmeye, karanlıkları aydınlatmaya devam ediyor. Kavgamızın değirmeninin yılmaz su taşıyıcısı Nazım; gücümüzün tükendiği, soluğumuzun kesilmek üzere olduğu anlarda da bize güç katıyor. Kararan, yılgınlığa düşenyüreklere ışık tutuyor usta ve umudu besliyor, büyütüyor: “Yeter ki kararmasın sol memenin altındaki cevahir…”
Vatana, ay yıldızlı bayrağımıza, insanların insan gibi yaşadığı yarınlara ve sevdiği kadınlara olan hasreti deli edecek gibiydi onu. Belki yüz yıl olmuştu yüzünü görmeyeli, sesini duymalı sevdiğinin, ayrılmaya mecbur bırakılmıştı vatanından. Ama hep umudu ve direnci büyüttü:
“Bu kavgada insafsız olacaksın, biraz da kibirli
Ne zulüm, ne kahır, ne keder seni yalnız ölüm teslim alabilmeli”.
Yurdun sömürülmesine karşi çıkan ve antiemperyalist olan Nazım, kendisine “Vatan haini” diyenlere, dizeleriyle cevap verdi:
“Evet, vatan hainiyim,
vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterleriniziz içindeyse vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası,
Amerikan donanması, topuysa,
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla:
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ!!!”
“BAZILARI BALIKLARIN ADLARINI SAYAR…”
Evet Nazım Hikmet memlekettir. Vatandır, Kuvvay-ı Milliye’dir, bağımsızlıktır Nazım; devrimdir ve de sosyalizmdir.
Dahasına gerek var mı?
Bırakalım da usta söylesin son sözü:
“1902’de doğdum
doğduğum şehre dönmedim bir daha
geriye dönmeyi sevmem
üç yaşımda Halep’te paşa torunluğu ettim
on dokuzumda Moskova’da komünist Üniversite öğrenciliği
kırk dokuzumda yine Moskova’da Tseka-Parti konukluğu
ve on dördümden beri şairlik ederim
kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir
ben ayrılıkların
kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
ben hasretlerin
hapislerde de yattım büyük otellerde de
açlık çektim açlık gırevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir
otuzumda asılmamı istediler
kırk sekizimde Barış madalyasının bana verilmesini
verdiler de
otuz altımda yarım yılda geçtim dört metre kare betonu
elli dokuzumda on sekiz saatta uçtum Pırağ’dan Havana’ya
Lenin’i görmedim nöbet tuttum tabutunun başında 924’de
961’de ziyaret ettiğim anıtkabri kitaplarıdır
partimden koparmağa yeltendiler beni
sökmedi
yıkılan putların altında da ezilmedim
951’de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün
52’de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekledim ölümü
sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım
şu kadarcık haset etmedim Şarlo’ya bile
aldattım kadınlarımı
konuşmadım arkasından dostlarımın
içtim ama akşamcı olmadım
hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne mutlu bana
başkasının hesabına utandım yalan söyledim
yalan söyledim başkasını üzmemek için
ama durup dururken de yalan söyledim
bindim tirene uçağa otomobile
çoğunluk binemiyor
operaya gittim
çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın
çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21’den beri
camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye
ama kahve falıma baktırdığım oldu
yazılarım otuz kırk dilde basılır
Türkiye’mde Türkçemle yasak
kansere yakalanmadım daha
yakalanmam da şart değil
başbakan filân olacağım yok
meraklısı da değilim bu işin
bir de harbe girmedim
sığınaklara da inmedim gece yarıları
yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında
ama sevdalandım altmışıma yakın
sözün kısası yoldaşlar
bugün Berlin’de kederden gebermekte olsam da
insanca yaşadım diyebilirim
ve daha ne kadar yaşarım
başımdan neler geçer daha
kim bilir.”