Dost Dost İlle De Şiir
“BiliyorumHasan Hüseyin Korkmazgil yukarıda bir bölümünü alıntılandırdığımız ‘Karagün Dostu’ şiirinde sanki ‘şiir nedir’ sorusuna yanıtlandırıyor, şiire dudak büken kibirli ‘yalnız büyük işlerin insanları’na karşı şair sorumluluğuyla ‘ille de şiir’ fikrine omuz veriyordu. Bu yazıda şiir nedir, Türk şiiri hangi aşamalardan geçmiştir ve nereye erişmiştir ya da şiir neden ve nasıl yazılmalıdır gibi düşüncelere yanıt aramaya çalışmayacağız. Ansiklopedik daha da ötesinde didaktik bir üslup kullanmaya çalışmayacağız. Hareket noktamız her 21 Mart’ta çeşitli etkinliklerle kutlanan Dünya Şiir Günü oldu. Şiiri yaygınlaştırmak, sevdirmek, popüler davranışlarla ezilmeye çalışılan değerlere sahip çıkarak toplumun gündemine taşımak gibi haklı kaygılarla kutlanan bu gün, aynı zamanda dilimize sahip çıkarak yozlaşmasına son vermek gibi bir amacı da sorumluluk listesinin başına eklemiştir. Dünyada ve ülkemizde bugün şiirler yazılıyor, yazılmasıyla orantıladığımızda görece okunuyor, şiirle ilgili bazı platformlar oluşturuluyor ve bu platformlarda tartışmalar gerçekleştiriliyor. Yeterliliğinin hangi noktada olduğu sorusunu saklı tutmakla birlikte kısaca şiire şiirle uğraş veriliyor. Şiir dili, usu, algısı, vicdanı imgenin gücünü duyumsuyor, hissediyor. Şiirsel imge uygunsuz uçurumların üzerinden süzülerek uçuyor. Bu da şiiri hedefine biraz daha yaklaştırıyor.
“YALIN SÖZÜ YEĞLESE DE YALINAYAK DEĞİLDİR ŞİİR”
2009 PEN Şiir Ödülü sahibi olan ve geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz şair Kemal Özer, şairin, şiirin ve okuyucunun yüzleşme gününe atfen kaleme aldığı Dünya Şiir Günü bildirisinde şu görüşleri savunuyordu: “Yine şiire bakıyoruz. Yine şiir ne işe yarar diyenlerle göz göze gelerek. Sesimizde yankılanan yine öncelikli bir soru: Hangi niteliklerle yüz yüze getirir bizi şiir? Sayabiliriz o niteliklerin birkaçını hemen: Yaratıcı eyleme merak, dönüşü olmayana cesaret, sıradana açılan savaş, emeğe gösterilen saygı, duyarlığa tanınan özgürlük, tasarlananı genişleten ufuk…” Kemal Özer’in ifade ettiği bu ufuktur belki de şiiri ‘ille de’ kılan. Sorulmayanı soran, popüler kültüre yiğitçe direnme çabasında ve kralı çıplak gördüğünde korkağın söyleyemediği cesur bir söz olmasıdır. Pablo Neruda’nın tabiriyle ‘Yedicanlı’ mı bilemiyoruz ama şiir her daim var olmakta ve de olmaya devam edecektir. Belki de akıllara şu soru gelebilir şimdi ‘tamam ille de şiir, şiirsiz olmaz ama nasıl şiir, neden şiir ve ne için şiir. Şiir neye ön ayak olmalı. Sadece şiirin gerçeğine ve toplumdaki yerine yapılacak bir vurguyla mı geçiştirilmeli. Ve bütün bunları havada kalmadan nasıl yapabileceğiz?’. Konuşulacak öyle çok konu var ki her birine bir sayımızda ancak cevap arayabiliriz. Biz soluğumuzun ve usumuzun yettiğince değinmeye gayret ediyoruz.
“Devrimcilik gibi şairlik de
İnen darbeyi duyabilmektir.
Kaslarının liflerinde,
ister copların darbesi olsun,
İster bilincin…”
1 Ekim 1986’da kaleme aldığı ‘Darwin Üzre’ şiirinde şairin öznel bir tarifini yapıyordu Can Yücel. Sonrasında şiirin sesini kaybettiği fikrinden hareketle şiirin yersizlikten muzdarip haline kederleniyordu. Şiir yersiz kalınca şair ne yapabilir ki? Şaire de bir yer bulunmalı elbet. Şairimizin de şiirimizin de yeri kendi özü yani kısaca kendi toprağı, kendi kökü değil mi ki?.. Ve eylemini yani şiirini kendisi kalarak gerçekleştiren, öfkesini sözcüklere bürüyerek biriktiren. Allı pullu, olduğundan başka türlü görünme çabası içine girmeden sözünü en sade biçimde söyleyen, ama o sözlerle, dizelerle zalimin, zulmün, bozguncunun ve tüm bunlara karşı avazı çıktığı kadar susan korkunun üstüne haykırarak yürüyen değil midir şiir? Bugün gevşemiş gibi görünse de dünyanın gevşeyen tahtalarını sağlamlaştıracak bir çivi…
ŞAİR YAŞADIĞI TARİHİ SIRTINDA TAŞIR
İnsanlık tarihinin en köklü eserlerinden biridir şiir. İnsanoğlunun kendisiyle birlikte üşenmeden yanında taşıdığı, kendi gelişip değiştikçe onu da geliştirip değiştirdiği bir ‘dost’. İlkel toplumlardan bu yana dinsel-ritüel kökenli törenlerin tümünde dans ve şarkılara ahenkle eşlik etmiş, ama ölçü ama kafiye kendisine giydirilen tüm kılıkları en iyi biçimde üzerinde taşımış, yeri geldiğinde ise üzerindeki ağırlıktan sıyrılıp günümüze kadar yer yer de evrenselleşerek hayattaki varlığını sürdürmüştür. Bazılarının sandığı gibi boş vakitleri değerlendirme aracı ya da sadece “az sözle çok şey anlatma sanatı” , “duyguların dizelerle anlatılması” diyerek kestirilip atılabilecek bir tasarruf ürünü hiç değildir. Belli bir zamanda, mekânda ve bir gelenek dahilinde var olan şairin, yaşadığı tarihi sırtında taşımasıdır şiir. Bir insandır, bir zamandır, bir mekândır, bir kültürdür, bir tarihtir. Yani öyle kendi başına otururken bir anda ilham gelmesiyle aniden oluşan bir şey değildir. Zaman, mekân, kişi ve algı bütünüdür. Sırtta taşınan tarih diye tabir etmeye çalıştığımız şey biraz da budur. Şair bir işçidir, emektardır. Sürekli yinelenen ve doğruluğu her defasında pratikte kanıtlanan ‘şiir için işçilik gerekir’ sözünün vücut bulan halidir. Peki okuyucu bu zenginliğe karşılık verebilecek bir olgunluğa sahip mi? Okuyucu konusu madalyonun diğer yüzü. Şiirin bir salon edebiyatına dönüşmesini, halktan kopması ya da sadece ‘aydın’ denilen insan muammasına hitabını elbette savunmuyoruz. Bu büyük bir yanılgı olur. Yine bugün popüler kültür ışığında etkisizleştirilen, bulanıklaşan beyinlerin şiire “saçma” ya da “gereksiz” diyebilmesi kendilerinde aynaya bakabilme cesaretini de doğurmalıdır ki “saçma”nın boyutlarına varılabilsin. “Saçma” olan nedir? Popüler kültür ürünü ‘arabesk’ şairlerimiz mi, okumadan yazan yüzbinler mi, bin adet basılan fakat sadece üç yüz adet satıldığı için kapanan ancak her sayıda üç bin şiir yollanan dergilerimiz mi? Okuyucuya ne oldu? Geçmişini özümseyip bugünle geliştirip geleceğe taşıyacak ‘genç işçi’ler nerede? Var da onların gün ışığına çıkmasına imkan mı vermiyoruz?
ŞİİR OKUNMUYOR MU?
1800’lerde Tanzimatla başlayan yenilik, Servet-i Fünun, Fecr-i Ati, Beş Hececiler, Yedi Meşaleciler, Garip Hareketi, Toplumcu Gerçekçiler, İkinci Yeniciler derken şiirde baş döndürücü bir hız yakalanmıştı. Bütün bu şiir hareketleri amacına ulaşsın ya da ulaşmasın bir şekilde yeniliğe ışık tutuyordu. Bu ortamda şair ve şiir bolluğu; karşılığında ise çok fazla olmasa da hatırı sayılacak bir oranda okuyucu kitlesi bulunuyordu. Bugün ise hem şair hem de okuyucu açısından olanakların çok daha fazla olduğunu görüyoruz. ‘Herkes yazıyor ama okuyan yok’ feryatları arasında Aziz Nesin’in uzun süre tartışıla gelen “Türkiye’de her üç kişiden beşi şair” sözünü hatırımıza getiriyoruz, hala sohbetlerde, polemiklerde ve eleştirilerde konu ediyoruz. Yüksek sesli düşüncelerimiz bunlar. Popüler kültürün, sistemin darmadağın ettiği bir ortamda ‘ille de şiir’ diye boş yere demiyoruz elbette. Her daim muhalif kimliğini cüzdanında taşıyan bir sanattır şiir ve toplumcu gerçekçi ruhundan ayırdığımızda sıradanlık abidesi gibi karşımızda durma riskini içinde barındıran bir olgu…
TRAJEDİDEN SIYRILIP, YENİDEN AYAĞA KALKARAK…
Her yıl olduğu gibi bu yıl da kutlanan ‘Dünya Şiir Günü’nden esinlenerek bu satırlara çeşitli fikirler aktardık. Ama her şey bir yana elbette şiir vardır, dün olduğu gibi bugün de yazılmaktadır ve yazılacaktır da. Harıl harıl çalışan işçileri de vardır. Ve de vefalı okuyucuları… Ama zihnimizi meşgul eden ve etmeye devam edecek şey bugün hangi noktadayız. Çok tirajlı gazete köşelerinde gülüp geçtiğimiz ‘şair’lerin çokluğu bir trajedidir, evet. Ve bu trajedi içerisinde iyi ürünleri görmezlikten gelmek ise ayrı bir trajedidir. İyi bir okuyucu olma gayreti bizi bu sarmaldan kurtaracaktır. Ve bu gayret geriden gelen sessiz ama şiddetli dalgayı yüzeye çıkaracaktır. Hem de sıradanın yavanlığına başkaldıran bir çeşitlilikle, emeği hor görene bir tokat gibi inerek ve her şeyle yüzleşmek için yeniden ayağa kalkarak…
“Şiir bir büyük sergüzeşte atılmak demektir. Bir büyük ve mesuliyetli sergüzeşt. Böyle bir işi ancak geniş soluklu, yüzde yüz inanmış, hudutsuz seven, dövüşen, aklı başında, karınca gibi çalışkan ve görüş sahası kartalınki kadar geniş insanlar başarıyla sona erdirebilir…”
NAZIM HİKMET
(^): Başlığımızı toplumcu gerçekçi edebiyatımızın yiğit ustası, şair Enver Gökçe’nin “Dost Dost İlle de Kavga” eserinden esinlenerek attık. Bu vesileyle de kendisini saygıyla anıyoruz.
matarada su,
torbada ekmek
ve kemerde kurşun değil şiir
ama yine de
matarasında su
torbasında ekmek
ve kemerinde kurşun kalmamışları
ayakta tutabilir…”