Fethulah Gülen Çok Izdırap Çekiyormuş
Zaman gezetesinde bugün Süleyman Sargın köşe yazısında ilginç tesbitlerde bulunmuş.Emperyalizmin uşağı Fethullah Gülen meğer çok ıstırap içindeymiş.
İşte o yazı :
Bazen bir şeyler demek istersiniz dostlara, yârâna… Kimi zaman iltifat ve takdir edalıdır söylenenler, kimi zaman da sitem veya serzeniş…
Misyonunu “Yaşatma” olarak tesbit etmiş insanlardan bir kısmının zaman zaman, belki de farkında olmadan “Yaşama” derdine düştüklerini görünce Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’nin 1 Nisan 1982’de kaleme aldığı ve “Yaşama zevkiyle başı dönmüş ve ruhu delik-deşik olmuş kem talihlilerimize…” ithaf ettiği ızdırap yüklü yazı düştü aklıma. Böyle bir konuda söz söylemek O’nun hakkıydı. Bu sebeple, ruhuma merhem o taptaze yazıyı paylaşmak istedim sizlerle:
“Zannediyordum ki, gün yüzüne çıkan her tomurcuk bir çiçek olacak ve bu çiçeklerin bütünü de, yapraklarında gamze çakan jâlelerle sonsuzluğa kadar sürüp gidecek!.. Zannediyordum ki yamaçlarımızı kanaviçe gibi saran goncalar hep diri kalacak, ovalarımızı alan başaklar hep hayat soluklayacak; selvilerimiz ince ince salınacak ve derelerimiz gürül gürül akacak!.. Zannediyordum ki upuzun bir kıştan sonra sürgün eden filizler, büyük muzdariblerin diriltici solukları altında, ölümsüzlüğe erecek ve daima tâze, dâima canlı kalacak!..
Zannediyordum ki, aylar, güneşler ufkumda birbirini takib edip duracak ve yurdumun seması, hiç mi hiç husûf ve küsûf (güneş ve ay tutulması) görmeyecek!
Zannediyordum ki, yıllarca bahar bekleyen neslim, karlara cemre düştüğü bugünlerde, gidip yeniden ölüm uykusuna yatmayacak. Hızırla buluştuktan sonra, âb-ı hayât içmeden geriye dönmeyecek!..
Zannediyordum ki, şimdiye kadar bin defa hipnoz edilen insanımız, bir daha aynı oyuna gelmeyecek ve aynı hokkabazların irâdesine teslim olmayacak!..
Zannediyordum ki, bundan böyle dirilen her ferdimiz, genç ve zinde kalacak, bel ağrıları, baş dönmeleri onun semtine sokulamayacak. Burcu burcu diriliş kokacak onun yaşadığı iklim ve bucaklar. Unutulacak tabutlukların yolları ve gassallar. Çatır çatır çatlayacak teneşir tahtaları. Ve buhurdanlar misk ve kafuru’ya hasret kalacak!..
Zannediyordum ki, havârî gibi yola çıkan bu hasbîler topluluğu Hz. Mesîh’e çarmıh hazırlayanlara aslâ iltihak etmeyecek. Servetler, şöhretler, makamlar, mansıplar onlara yol ve yön değiştirtmeyecek. Sıradan şeyler gönüllerine girip bakışlarını bulandıramayacak. Onlar, hep aynı şeyleri düşünecek, aynı şeylerin türküsünü söyleyecek ve aynı hayatı en ritmik şekilde yaşamaya gayret gösterecekler!..
Zannediyordum ki, mazlumun âhını dindirmek, zâlimin soluklarını kesmek ve ilhad ateşini söndürmek için, Yaradan’a ahd ü peymânda bulunan bu Kudsiler, gizli-açık asla zalime yahşî çekmeyecek, şahsî rahat ve sûrî saadeti için geçmişini küçümsemeyecek ve mazîsinden kopmayacak!..
Zannediyordum ki, ruh kökümüzle olan alâkamız, gün be gün pekişecek, yüce düşüncelerimizden hiçbiri ebediyetlere terk edilmeyecek; davranışlarımız aslâ değişmeyecek ve hayatımız şâhikalardan kopup gelen dupduru ırmakların akıp akıp denizlere dökülmesi gibi, hep milli ruh ummanı içine dökülecek ve kendi kendini yenilemeye hazırlayacak. Ayrı ayrı akan çaylar birbirine yanaşacak; cetveller sonsuzluğa açılan yollarda bir araya gelecek ve gökkuşağı gibi, bir sürü renk, omuz omuza bulutların ötesine doğru kavisler çizecek!..
Ve hele, sanıyordum ki, bu ses, söz ve renk cümbüşüne başkaları da koşup gelecek ve bizlerle bütünleşecek!
Zannediyordum ki yaşama zevki, hayat kaygısı ve tenperverlik bu yüce topluluktan fersah fersah uzak kalacak ve aslâ onların atmosferine girme imkânını bulamayacak… Onlar, sonuna kadar süt gibi duru, su gibi berrak ve toprak gibi mütevâzî kalacaklar. Kendilerinden öncekileri yiyip bitiren; lüks, israf, debdebe ve ihtişam onların evlerinden içeri giremeyecek ve onlara hükmedemeyecek.
Zannediyordum ki insanımız, gönül verdiği Zât’ın dostluğuyla yetinecek, O’nun hoşnutluğuna koşacak ve başkalarına şirin görünme hevesine kapılmayacak. “Allah bes – bâkî heves” (Allah bize yeter, bunun ötesinde her şey heves!) deyip yoluna revan olacak…
Zannediyorlar ki, şekil ve düşünce değiştirmekle, ebedî hasımlarına karşı şirin görünecekler! Bilmiyorlar ki, böyle yapmakla, ruhlarını ipotek ediyor ve kalplerini de söndürüyorlar.
Zannediyorlar ki tavanlarındaki boya, zeminlerindeki cilâ, masalarındaki ibrişim ve yataklarındaki atlaslarla, beyan ve düşüncelerine ağırlık kazandıracak ve öbür kıyıdakilere sempatik görünecekler! Bilmiyorlar ki bu hâlleri ile düşmanları karşısında, daha çok maskara oluyorlar.
Zannediyorlar ki davranışlarındaki oynaklık, düşüncelerindeki renksizlik ve hayatlarındaki fantazilerle başkalarının gönlüne girecek ve onları kendi düşünce çizgilerine çekecekler! Bilmiyorlar ki, bu hareketleriyle, farkına varmadan onlara iltihak ediyor ve onların fikir atmosferleri içinde eriyip gidiyorlar…
Toprağın sızıntıya, tohumun rüşeyme, balığın mercana ve yılanın zehire gebe olduğu bir bahar daha idrâk ediyoruz. Bakalım kimler bahardan yana, kimler de kıştan yana çıkacak? Kimler kelepir kovalayacak, kimler mercan avlamak için en derin noktaları kollayacak? Kimler bir muhâlif rüzgârla harman gibi savrulan mala mülke mağrur olacak ve kimler hem kendini hem de dünyaları aşarak sonsuzluğa erecek? Kimler dünyanın değiştiriciliği karşısında balmumu gibi eriyecek ve kimler bu devvâr-u gaddarın dönüşünü değiştirecek…
Haydi, gün ola devran ola!..”
Emperyalizmi arkasına alıp Türkiye’yi değiştirme sevdasına düşenlere henüz son sözümüzü söylemedik.
Evet gün olacak devran dönecek!